Başbakan Erdoğan türban siyasi simge bile olsa bu sorunu çözeceklerini, çünkü, siyasi simgeleri yasaklamanının mümkün olmadığını belirtti. Açıkçası, bu şanssız bir açıklama. Her şeyden önce, AKP'nin de, başlarını örtenlerin de bugüne kadar sürdürdüğü iddiayı başka bir boyuta taşıyor. Bundan böyle türban siyasi simge olarak tanımlanacaktır. Belli yerlerde türban takılmasına hiç karşı çıkmayanların bile işi bundan böyle zorlaşacaktır. Peki türbanın siyasal simge olması ne anlama geliyor?
Politik alan ve siyasi simge
Her şeyden önce eğer türban bir siyasal simge ise, bu, onu takan ve kamusal mekan denilen, benim toplumsal alan demeyi tercih ettiğim, görünür alanda dolaşan, edip eyleyen insanın doğrudan politik tavır içinde olan birisi olduğu anlamına gelecektir. Buradaki " doğrudan politik tavır " kavramını tesadüfen kullanmadım. Tam tersine, o halin görünür hayat içinde kişilerin (tabiriyle söylemek gerekirse siyasal öznelerin ) sürdürmesi gereken politiknötr yaklaşımı bırakıp politikaktif/provokatif bir davranış içine gireceğini belirtmek istedim. Böyle bir ortamda ve böyle algılanacak bir düzlemde, karşıtını da aynı şekilde tahrik edecek bir pozisyon içinden bakan, konuşan bir özneyle nötr bir alan yaratmak olanaksızdır. Bu, sosyal ortamın tek yanlı olarak siyasallaştırılmasıdır . Bunun sonucu açıkça çatışma üretecek bir ortamın kurulmasıdır.
Parçalı-atomize toplum
Bu ortam mutlaka açık çatışmayı davet etmeyebilir. Ama çok kesin bir biçimde kutuplaşmayı doğurur. Burdan da birbirine kapalı, ters, hatta uzlaşmaz bir tersleşme düzenine geçilir. Bir örnek vereyim: bizim okuduğumuz yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin yemekhanesinde farklı sol fraksiyonların her birinin kendine ait bir masası vardı. Bunlar yan yana dururdu. İlk bakışta hoş bir görüntü ve ortamdı. Demokratik bir çoğulculuğu yansıtırdı. Ne var ki, o fraksiyonların hiçbiri diğeriyle bir ilişki veya etkileşim içinde olmazdı. (Aralarında kan dökecek kadar husumet ilişkisine girenleri hiç söz konusu bile etmiyorum.) Tam tersine birbirine alabildiğine uzaktılar. Giderek de atomizeparçalanmış bir sosyal alan meydana getirirlerdi. Ve bu maksatla pasif siyasal çatışma maksadıyla orada bulunurlardı.
Yoksa çoğunluk diktatoryası mı?
Şimdi türbanın, yani bu derecede yaygın kullanılan ve görünürlük taşıyan bir simgenin siyasal olduğunun kabulü ve bir iktidarın kendini onunla özdeşleştirmesi, onun temsil ettiği ideolojiyi benimsememiş olan kitlenin dışlanması, ona sırt çevrilmesidir . Bu da, hiç kimse kuşku duymasın, açık açık siyaset biliminin en tehlikeli kavramlarından biri olan çoğunluk diktatoryası anlamına gelebilecek bir yaklaşımın içine girmektir.
Manevi cebir ve sembol
Kaldı ki, Başbakan'ın açıklaması bu konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukukun sınırlarını çizdiği algılamayı da hiçe saymaktadır. İnsan Hakları Mahkemesi türbanı bir " dinsel simge " saydığı için yasaklamıştır. Niye böyle bir yola gitmiştir derseniz ana neden şudur:
Bugün laiklik konusunu tartışırken dünyanın üzerinde durduğu nokta belli bir ideolojinin, dünya görüşünün, politik düşüncenin karşıdakine manevi cebir yoluyla dayatılmasıdır. Hukuktaki en önemli kavramlardan biri budur. Bir konuda karşıdakini doğrudan cebir altına almaz fakat tam da semboller ve diğer dolaylı araçlar kullanarak manevi bir baskı altında tutarsanız bu da çok ciddi bir hak ihlali anlamına gelir. Uluslararası hukukun türbanı "dinsel simgedir" diye nitelendirmesinin altında yatan en önemli kabul noktası budur. Yaratacağı manevi baskı-cebir ortamıdır.
Bu derin kuyuya atılan taşı çıkarmaya çalışırken sembolcebir ilişkisinin ayrıntısını pazartesi ele alacağım.