Profesör Nur Vergin'in söylediği bir çift sözle başlayan laiklik tartışması devam ediyor.
Benim de doçentlik jürimde bulunan Nur Vergin Türkiye'nin yetiştirdiği en donanımlı sosyologlardan birisidir. Daha fazla yazsaydı çok daha etkili olacağını düşündüğüm ama bugüne kadar ortaya koyduklarıyla da çok önemli saptamalarda bulunmuş bir akademisyendir.
Söylediklerini ilkin Hürriyet'te kendisi de bir sosyolog olan Ertuğrul Özkök her zamanki üslubuyla değerlendirdi ve Vergin'e fena halde yüklendi. Özkök öne sürülen düşüncelerin arka planıyla ilgili değil. O, belli bir durumun gerçekliğiyle ve o gerçekliğin kendi inandıklarına uyup uymadığıyla ilgileniyor sadece.
Onu Radikal'de Nuray Mert'in yazdığı ve tarafları laik konusunu artık siyasal olmaktan çıkarmaya, kültürel bir planda ele almaya davet eden, insanlardan bu konudaki bireyselkişisel deneyimlerini anlatmalarını bekleyen yazısı izledi. Bugüne değin laikliğin aşırı siyasallaşmasına az katkıda bulunmamış birisi olarak Mert'in yazısı bir özeleştiriydi zaten. Nihayet Yeni Şafak'ta Taha Kıvanç konuyu ele alarak Vergin'i eleştiren diğer kişileri ve tavırlarını kan içen balıkların, piranaların yaklaşımına benzetti.
Şimdi ben iki şey söyleyeyim.
Bitmeyecek bir tartışma
Laiklik artık büsbütün bizim kendimize ait modernleşmemizle hesaplaşmamızın bir şamar oğlanı olduğu için asla bitmeyecek. Modernleşmemizin kapsamında yer alan her türlü kısıtlamayı veya olanağı laikliğe ve onun toplumsal kabullerine gönderme yaparak ele alıyoruz . Bunu da doğal karşılamak gerekir.
Her modernleşme kendine bir öteki tayin eder. Buna belki hayali bir düşman demek de mümkündür. Söz konusu "öteki" 2. Meşrutiyet'ten başlayarak ve Batıcılığın onun galip ideolojisi haline gelmesinden bu yana İslamdır. Boby Said, Köktenci Korku (The Fundamental Fear) isimli kitabında benim öteki dediğim şeye, "kurucu dışarısı" (constitutive outside) dedi.
Bu kavram Fransız felsefeci Derrida'ya ait. Kabaca söylersek, eğer bir kavram kendini sürekli olarak başka bir kavramı tartışarak, ona referans vererek, onun üstünden kurmuşsa o atıfta bulunulan kavram "kurucu dışarısı" oluyor. Yani, asıl kavramın içinde değil, dışında ama gene de kurucu bir güce ve özelliğe sahip. İslam bizim Cumhuriyet modernizmimizi eksikliğiyle yüklenen menfi anlamla kurdu. Laiklik onun menfiliğini aşmakta kullanılan müspet kavrama dönüştürüldü.
Laiklik şimdi tarafları bu özelliğiyle ayrıştırıyor. Bir kısım onu İslam'ın varlığı, bir kısım da İslam'ın eksikliği üstünden tanımlamak istiyor. O nedenle de nasıl Amerika'da kürtaj bitmez tükenmez bir tartışmaysa bu da öyle olacak. Arada bir fark var. Laiklik ve İslam sadece bizim değil, içinde yaşadığımız dönemde Avrupa'nın, Asya'nın ve Amerika'nın en önemli sorunsalı ve sorunudur.
Kültürel mi kuramsal mı?
Biz, Batı'dan farklı olarak, laikliği, kültürel, kuramsal, tarihsel bir tartışma yapmadan, hatta kendi modernleşmemizin dinamikleri üstünde düşünmeden sadece siyasi bir mesele olarak tartışıyoruz. Benim kadar hayatı ve onu meydana getiren her kavramı toplumsalın ve siyasalın içinden kimse görmesin. Ne var ki, laiklik, din gibi bir olguyu kültürel-tarihsel ve kuramsal bir çerçevenin içinde irdelemedikçe bir yere varmamız olanaksızdır. Zaten varmak istediğimiz de kuşkuludur. Çünkü, Türkiye'deki sorun laikliğin tekçi) monist) bir muhakemeyle ele alınmak istemesi, o tek laiklik tanım ve yaklaşımına karşı çıkanların siyaseten mahkum edilmesidir . Nur Vergin tartışması da bunun sadece bir yüzüdür.
Bu konuya devam edeceğim.