Geçen hafta sözünü ettiğim Beyza Zapsu'nun girişimiyle kurulan Genç Hayat Vakfı'nın merkezi Tarabyaüstü'nde bir mahallede. Vakıf merkezi için pek sıra dışı bir yer gelmişti bana. Ama sonra öğrendim ki bir önceki yerleri de pek sıra dışı. İstinye'de Koru Mahallesi. Çok göç alan, İstanbul'un sorunlu semtlerinden biri. Peki vakıf neden kendine buraları seçiyor diye merak ettim.
Aslında onun kadar Belçika ve Ankara'da siyaset bilimi ve uluslar arası ilişkiler okumuş, örgütsel psikoloji masterı yapmış, sosyal hizmet uzmanlığı eğitimi almış vakfın genç çalışanlarından biriyle karşılaşınca da şaşırdığımı itiraf edeyim.
Öyle ya bu kadar eğitimden sonra neden bir genç daha çok para kazanacağı bir şirketi değil de sosyal sorumluluğun ön planda olduğu bir vakfı tercih ediyor?
Sonra isminin Emel olduğunu öğrendiğim genç eğitimci konuşmaya başladı. İlk yıl vakıf merkezinin bir plazada olduğunu, giriş çıkışta özel kart kullandıklarını, oysa çalışma alanlarının aile içi şiddetin yaşandığı, çocukların türlü sorunlarının olduğu mahalleler olduğunu ve plaza çelişkisinden rahatsız olduklarını anlattı.
Özetle vakıf çalışanları bizzat bu mahallelerde olmak istemiş. Önce mahalleli yadırgıyormuş. Giyim kuşamları onlara benzemeyen bu gençlerin ne yaptığını merak ediyorlarmış. Ama işte sonunda vakıf gençleri, teker teker kapıları çalıyor, gençlik eğitimleriyle mahalleliyi tanıştırıyormuş ve sonuç mahalle halkını özellikle de anneleri çok mutlu ediyormuş.
Neticede kadına karşı şiddetin, çocuğa karşı şiddetin son bulması için kadınların, erkeklerin ve çocukların hepsinin eğitime ihtiyacı var ve bunun yolu da diyalogdan geçiyor. Peki gençler bu vakıflarda çalışmayı neden seçiyor?
Gördüm ki sadece bir insana yardım ederek bile müthiş bir haz alan bu gençler için para da ikinci planda kalmış.