Başbakan'ın ofisinde böcek çıktı ya, karanlık odaklar hemen çalışmaya başladı: Eski derin devletin yerini yenisi almış; bu da, özellikle poliste örgütlenen Cemaat'miş!
Poliste Fethullahçı örgütlenme iddiası, 1990'lı yıllarda da mevcuttu. 1991'de Polis Akademesi'nden atılan Rafet Yılmaz, Cemaatçi yapılanmaya dahil olmadığı için haksız yere suçlandığını belirtmişti. Bu ifadeden yola çıkarak idari ve adli soruşturma yapıldı. "Fethullahçı" diye ismi verilen kişilerin Cemaat'le ilişkisi bulunmadı. Nuh Mete Yüksel'in iddianamesini yazdığı çete davası Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde görüldü; beraatle neticelendi ve bu karar Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda onandı. Ama kesinleşen kararlar, Ergenekon davasıyla birlikte, yeni suçlamaların gündeme gelmesini engellemedi. Aydınlık, Veli Küçük ve arkadaşlarının tutuklanmasının ertesi günü "İşte poliste Fethullahçı örgütlenme" diye yepyeni isimler ortaya attı. İsimlerden biri de, Ergenekon operasyonunun yürütülmesine önemli katkı sağlayan Ali Fuat Yılmazer'di. Sonunda Yılmazer'i tasfiye etmeyi başardılar.
Her dönem, güç ya da para kazanmak için ellerinde imkân bulunanlar, önemli mevkidekileri dinleme yoluna sapabiliyor. Bunun bir örneğini Telekulak skandalıyla 1999'da gördük. O tarihte Ankara Emniyeti'nde Cevdet Saral ile Osman Ak'ın benzer faaliyetleri ortaya çıkmış ve yargılanmışlardı. Polisteki rekabet yüzünden, birbirini "şucu bucu" diye yaftalamak sıradan bir olay. Ergenekon davasını itibarsızlaştırmak isteyenlerin bu kolaycılığa saptıklarını ve belgeleri sahte ilan ederken, düşman olarak belledikleri Cemaat'i hedef gösterdiklerini görüyoruz.