AK Parti İstanbul Gençlik Kongresi'ne hitaben yaptığı konuşmada, Tayyip Erdoğan'ın sarf ettiği bir cümleye takıldım: "Seçilmişleri, atanmışlara kul etmem."
Türkiye'de uzun süre yargı vesayetinden şikâyet ettik. Çünkü Anayasa Mahkemesi, siyasi partileri kapatıyor, anayasa değişikliklerini, yasak olmasına rağmen, esastan denetliyor; Danıştay "İdari işlem ve eylem niteliğinde yargı kararı verilemez" ilkesine rağmen (anayasa madde 125), yerindelik denetimi yapıyordu. Başörtüsü ve meslek liseleri konusunda Yüksek Yargı'nın tavrını hepimiz biliyoruz. Bu gibi müdahalelerde, derin devletten beslenen ideolojik bir tavır söz konusuydu. Ama son olay farklı. Netice itibariyle bir savcı, eline gelen belgelere bakarak, soruşturma başlatmak istedi. Hukukun üstünlüğüne saygı duyulan ülkelerde -ki Türkiye'nin de bu konuda iddiası vardır- yargı denetimi, "atanmışların" "seçilmişlere"müdahalesi olarak değerlendirilemez. Tayyip Erdoğan'a bir ölçüde hak veriyorum. Çünkü o bir siyasetçi. Kendi zaviyesinden baktığında, böyle bir yorum yapabilir. Ama ilim adamı sıfatını taşıyanlara ne demeli! Savcının harekete geçmesini, 27 Nisan e-muhtırasıyla kıyas edenler bile var. Bir adım daha atsalar, neredeyse Yaşar Büyükanıt'la birlikte savcı Sadrettin Sarıkaya'yı anayasal rejimi yıkma teşebbüsünden yargılayıverecekler.