Kamuoyunda yer etmiş genel geçer kanaatler vardır. Ama siz biraz derinlemesine incelerseniz, farklı sonuçlara varabilirsiniz. Meselâ, gazeteci Nedim Şener, Hrant Dink davasında ihmali görülen devlet memurlarının ortaya çıkarılması için gayret sarf etti mi? Yoksa yanıltıcı bilgilerle, gerçekleri mi gölgeledi? "Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları" kitabına bakarsanız, "gayret sarf etti" diyebilirsiniz. Ama, Hanefi Avcı çizgisinde yer alarak, Ali Fuat Yılmazer'i, "Cemaatçi ve kusurlu" ilan etmesini göz önünde bulundurursak, hakikati eğip büktüğünü de söyleyebiliriz.
Yazdığım bir kitap dolayısıyla konuyu inceleyince gördüm ki, Şener, Hrant Dink cinayetinde ihmali görülmeyen dönemin İstihbarat Daire Başkanlığı C Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer'i ısrarla "kusurlu" ilan ediyor. Kitabında, sadece Başbakanlık Teftiş Kurulu Müfettişleri Mehmet Akın, Ayşegül Genç ve Yasemin Tuğçe İnan'ın düzenlediği 10/10/2008 tarihli rapora atıfta bulunuyor. Buna mukabil, o rapordan yola çıkarak inceleme yapan İçişleri Bakanlığı Maliye Başmüfettişleri Mehmet Canoğlu ve Mustafa Üçkaya'nın 9/11/2009 tarihli idari soruşturma açılmasına gerek görmeyen raporuna hiç değinmiyor. Oysa, Maliye Başmüfettişleri, Başbakanlık Müfettişlerinin iddialarını inceleyerek şu sonuca varmışlardı: "Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı C Şubesi, Trabzon'dan gelen ihbar yazısını arşive kaydetmiş; tasdik ederek ilgili büroya havale etmiş; ilgili büro da evrakın üzerine not düşerek paraflamış, evrakın, gereğini yerine getirecek birime ulaşıp ulaşmadığını kontrol etmiş. Sonuç olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevlilerinin Trabzon Emniyet Şube Müdürlüğü'nden gelen yazı ile ilgili görevlerini yerine getirdikleri anlaşılmıştır."
Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Hrant Dink suikastında, Trabzon ve İstanbul Emniyet yetkililerini kusurlu bulurken, Ankara'da bir ihmal görmemiştir.
Nedim Şener, muhtemelen, Hanefi Avcı'dan beslenerek Ali Fuat Yılmazer'e karşı tavır alıyordu. Araştırmacı bir gazetecinin, aleyhteki raporu görüp, lehteki raporu görmezden gelmesini başka türlü izah etmemiz mümkün değil. Nitekim 31/8/2010'da, Posta gazetesinde, Şener'e ait şu satırlara rastlıyoruz: "Cemaat'in İstanbul polisindeki lideri kim diye Avcı'ya sordum. Bana, Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer ve İstihbarat Şube Müdürü Erol'un ismini verdi."
Nedim Şener, tıpkı Hanefi Avcı gibi, Hrant Dink cinayetinden sonra, ihmal yüzünden görevden alınan Ahmet İlhan Güler yerine, Ali Fuat Yılmazer'in getirilmesini, arkadaki Cemaat gücüne bağlıyor ve Güler'in görevden alınmasını, ihmalin neticesi değil, bir tertip gibi gösteriyordu. 31/8/2010 tarihli Posta'daki yazısında, Avcı'nın kitabından alıntıladığı şu görüşlere yer verdi: "İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, sahip olduğu güce rağmen, Ali Fuat Yılmazer'in İstanbul'a atanmasını engelleyemedi. Belli amaçları olanlar, diledikleri gibi faaliyette bulunmak isteyenler, bu konuda kendilerine mani olacak bir engeli de ortadan kaldırmış oldular."
İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler'in Dink suikastında ihmali olduğu bilinmesine rağmen, Şener, niçin Hanefi Avcı ile aynı zaviyeden olayı değerlendirdi, Güler'in görevden alınmasını ihmale bağlamak yerine, Cemaat'in oyunu gibi gösterdi?
Amacım, Şener'i suçlamak değil, sadece Ali Fuat Yılmazer hakkındaki bu peşin hükmünün sebebini öğrenmek. Önyargılı olmasaydı, "Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları" kitabında, sadece Başbakanlık Müfettişlerinin 10/10/2008 tarihli raporlarındaki iddialara dayanmaz, bu iddiaları inceleyerek, soruşturmaya gerek görmeyen Maliye Başmüfettişlerinin 9/11/2009 tarihli raporunu da gerektiği gibi değerlendirirdi.
İnsan bu durumda ister istemez soruyor: Amaç, Dink cinayetindeki gerçek sorumluları mı ortaya çıkarmak, yoksa üzerlerine "cemaatçi" yaftası yapıştırılan birilerini kusurlu göstererek tasfiye etmeye mi çalışmak? Cevabım, her ikisi de. BİR TAŞLA İKİ KUŞ VURMAK!