İlk günkü konuşmalardan çıkardığım sonucu şu şekilde özetleyebilirim:
Vesayet kalkmadıkça, özgürlükçü bir sistem kurulamaz.
Sadece askeri vesayet değil, diğer kurumların da vesayeti söz konusu. (YÖK, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Yargı organları...)
Peki kurumların vesayetinin yanı sıra, kimliklerin vesayeti yok mu? (Türklerin, Sünnilerin, Kürtlerin...)
Bazen, vesayet kalkmadı gerekçesiyle, "Şimdi sırası mı?" diye özgürlük talepleri erteleniyor. (Kürtlerin ana dil, ya da başörtülü milletvekili adayı talebi gibi.)
Vesayetin tasfiyesi, ancak kurumların kompozisyonunu değiştirmekle mümkündür. Onların tek bir kimlik ve inanca dayanmaması, bütün renkleri ve farklılıkları taşıması sağlanmalı. Yoksa siz, anayasada ne kadar sınırlarsanız sınırlayın (Sözgelimi, 153'üncü madde, "Anayasa Mahkemesi, sadece şekil şartlarına uygunluğu denetler" diyor), ya da ne kadar geniş özgürlükler getirirseniz getirin (Anayasanın 90'ıncı maddesine göre uluslararası hukuk, iç hukuka üstünlük sağlıyor), bu yapı sürdükçe demokrasinin standardı yükselemeyecektir.
Ve bu konuda son bir söz: Maalesef Türkiye'de halkımızın bir bölümü, % 25 ilâ 30'u, "Gerektiğinde asker müdahale etmelidir" görüşünde. Bu zihniyet, demokrasinin önünde önemli bir engel teşkil ediyor.