Başkanlık sistemine, AK Parti'nin önde gelenlerinin de pek sıcak bakmadığı ortada. Bu sistemde, -özellikle de, Senato'da çoğunluk farklı bir partinin elindeyse- önemli kilitlenmeler ortaya çıkabiliyor. Kaldı ki, parti disiplini olmadığı için, senatörler, parti mensubiyetine bakmadan, özgürce karar verebiliyor. Mesela, Türkiye'ye atanması düşünülen ABD Büyükelçisi Joseph Ricciardone, Senato'dan hâlâ onay alamadı. Zira Musevi lobisi, Müslümanlarla iyi ilişkisi olan bir büyükelçi Ankara'ya giderse, AK Parti iktidarına anlayışlı davranacağından endişe ediyor. (Görünür gerekçe: "Mısır'da görev yaptığı sırada, insan haklarına sahip çıkmak yerine mevcut rejimle iyi ilişki kurdu.")
Ricciardone, Senato Dış İlişkiler Komitesi'nden onay almakla birlikte, Senato Genel Kurulu'nda beklemede. Görünüşte yüksek bürokratları Başkan tayin ediyor, fakat Senato'yu ikna etmekte zorlanınca tıkanma oluyor. Tabii Türkiye bir gün Başkanlık sistemine geçerse, ABD'nin aksine, hassas dengeleri ihtiva etmeyen bir model benimser; ne parti disiplinini kaldırır, ne Yasama Organı'nın atamalarda onayını arar. Türk usulü Başkanlık sistemi tam bir felaket doğurur.