Deprem ve cehalet denilince, 1999 Ağustos'unda gerçekleşen depremden sonra, yaşadığım bir olayı hatırladım. Henüz Fazilet Partisi milletvekiliydim. İstanbul 3. bölgede bir konferansa davet edilmiştim. Depremden en büyük zararı Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Güngören gibi ilçeleri ihtiva eden 3. bölge görmüştü. Özellikle de, Avcılar. Saat 19 sularında, Avcılar'da, duvarları çatlamış, merdivenleri kırılmış bir binaya beni götürdüler. Tabii hemen itiraz ettim: "Baksanıza hasar dolayısıyla mühürlenmiş; yeni bir sarsıntıda göçer burası."
Ama partililerin aldırdığı yok: "Allah'ın izniyle bize bir şey olmaz" diye ısrar ediyorlar. "Yoksa korkuyor musunuz?"
Saklamaya gerek var mı? Elbette korkuyorum. Zor belâ mühürlü binaya girdim ve konuşmaya başladım. Göz ucuyla da ilk sarsıntıda nasıl kaçarım diye kapıyı kolluyorum. Bir yandan düşünüyorum: "Bina yıkıldı; hiç tanımadığım bu insanlarla göçük altında kaldım. Allah'ın izniyle bize bir şey olmaz diye diye... Öldüğüme değil de, aptallığıma yanarım vallahi."
Konuşuyorum ama kafam karmakarışık. Ve işte birdenbire beklediğim o sarsıntı gerçekleşiyor. Tabii hemen fırlıyorum yerimden. Kırık dökük merdivenlerden ikişer üçer atlayarak kaçıyorum. Bir yandan da bağırıyorum: "Haydi çabuk binayı tahliye edin."