Şimdi moda "sivil dikta" iddiaları. "Seçimle gelse de, gene diktatörlük kurulabilir" diyenler, sıkılmadan, -ya da utanmadan- Hitler örneğini veriyorlar. Sanki şartlarda bir benzerlik varmış gibi! Yassıada Savcısı Egesel de, Demokrat Parti'nin diktaya gittiğini ileri sürerken, Hitler'i örnek göstermişti.
İsterseniz, Birinci Dünya Savaşı sonrasına dönelim.
1) Almanya, Versailles Anlaşması'nı imzalamış; buna göre, çok ağır bir harp tazminatı ödemekle yükümlü; silâhsızlandırılmış ve toprak kaybetmiş. Millet, Versailles zilletinin yükünü taşıyor; yeniden kudretli bir devlet olmanın özlemi içinde.
2) Hitler'in gözünde "iç düşmanlar var." Biri, zenginliği elinde bulunduran Yahudiler; diğeri Bolşevikler.
3) Yeni kurulan Weimar Cumhuriyeti, siyasi istikrarsızlık içinde. Genel seçimler birbirini takip ediyor; zayıf koalisyonlar kuruluyor. 1924 ile 1933 arasında geçen 9 senede, tam 7 seçim yapılıyor peş peşe.
4) Savaştan çıkan Almanya büyük bir ekonomik bunalım yaşıyor.
Ekonomideki sıkıntılar, zenginliği Yahudilerin elinden alacağını söyleyen Hitler'e yarıyor. Nitekim Nasyonal Sosyalist (Ulusalcı Sol) Parti, 1924'te 32 milletvekili çıkarıyor. 1924-29 arasında Alman ekonomisi düzelirken, Nasyonal Sosyalist Parti de oy kaybediyor ve milletvekili sayısı, 1928 seçimlerinde 12'ye geriliyor. 1929 dünya bunalımı, Hitler'in ilerlemesinde en büyük etken. Çünkü Yahudilere düşmanlık, işsiz ve parasız kitleler arasında kolayca taraftar kazanabiliyor.
Ya sonra neler oluyor? Mareşal Hindenbourg, 1931'de, Hitler'e karşı yarışıp, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanıyor; Hitler'i başbakan atıyor; ama istikrarlı bir hükûmet kurulamayınca parlamentoyu feshediyor; yeniden genel seçimlere gidiliyor. Böylece 1932'te, biri 31 Temmuz, diğeri 6 Kasım olmak üzere iki seçim yapılıyor. Hitler başbakan. Kendisine bağlı, "SS" adı verilen binlerce silâhlı militanı var. 27 Şubat 1933'te, meşhur Reichstag (Parlamento) yangını çıkıyor. Bu yangın, aslında Nazi Partisi'nin polis örgütü olan Gestapo tarafından çıkarılıyor ama olay komünistlerin üzerine atılıyor. Ertesi gün Hitler, Cumhurbaşkanı Hindenbourg'a, anayasanın hak ve özgürlüklerle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalatıyor. Bunu izleyen günlerde, Nazi Partisi ve milliyetçiler dışındaki tüm partilerin yayınları ve seçim çalışmaları askıya alınıyor. 5 Mart 1933 seçimlerine böyle bir ortam içinde gidiliyor ve Nazi Partisi'nin oyları % 44'e çıkıyor; milletvekili sayısı da 288'e. Seçimlerin hemen ertesinde, Parlamento, bir yetki kanunu kabul ediyor ve Reichstag'ın bütün yetkileri 4 yıl süreyle hükûmete devrediliyor. Böyle bir kanunun çıkabilmesi için, Parlamento'da 3'te 2 çoğunluk gerekiyor. Hitler'in silâhlı militanları, Sosyal Demokrat Partili üyeleri parlamentodan içeri sokmayarak, bu çoğunluğu sağlıyorlar. Zaten, o sırada, 81 komünist parlamenter de gözaltında. Böylece Hitler, Yürütme ve Yasama erkini elinde toplamış oluyor. Hemen ardından da diğer bütün partileri yasaklıyor. Seçimle gelen Hitler'in bir dikta rejimi kurmasının hikâyesi böyle. Biraz dikkatli bakarsak, "ulusalcı sol", "iç düşman", "provokatif eylemler", "parti kapatma faaliyetleri" vs... Bunların Türkiye'deki gelişmelerle bir nebze benzerliği var ama, AK Parti'yle değil, diğerleriyle.