La Fontaine'in hikâyelerinden birinde, "Karınca ile ağustosböceği" anlatılır. Karınca çalışkandır, ağustosböceği ise, sadece şarkı söyler; vakit geçirir. Böylece, yarınını düşünen karıncanın sırtı yere gelmez.
Tabiata döndüğümüzde durum tam da böyle değil. Dişi ağustosböceği, yavrularını küçücük yumurtalar içinde ağaç yaprakları üzerine bırakır.
Yavrular, yumurtadan çıkıp aşağı düşerler ve 17 yıl boyunca toprağın içinde, karanlıkta, ağaç köklerindeki özsuyu emerek beslenirler. (Kimi zaman bu süre daha kısadır) Sonra, Ağustos ayında, sadece 5 hafta için güneşe çıkarlar. Şarkı söyleyen, erkek ağustosböceğidir. Dişi ise, en güzel şarkı söyleyeni kendine eş seçip, çiftleşir.
Burada La Fontaine'in hikâyesi bütün anlamını kaybetmiş olmuyor mu? Yıllarca, toprak altında bekledikten sonra, sadece 5 hafta ışığa kavuşacaksınız. Üstelik, bir dişi tarafından beğenilmek için şarkı söylemek mecburiyetindesiniz. La Fontaine'e soruyorum: "Allah aşkına çalışmaya vakit mi var?"