Nereden nereye... Hafız Esad döneminde, Suriye, Öcalan'ı himaye ediyordu. Öcalan, kâh Bekaa vadisinde, kâh Şam'daydı. Sonunda bardak doldu doldu... taştı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, Hatay'ın Reyhanlı ilçesine giderek sert bir konuşma yaptı: "Türk devleti olarak komşularımızla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Bu iyi niyetimize rağmen, bazı komşularımız, özellikle ismini açıkça söylüyorum, Suriye gibi komşular, iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek, Türkiye'yi terör belâsına bulaştırdılar. Türkiye, iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Türkiye, beklediği karşılığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır. Artık sabrımız kalmadı." (16 Eylül 1998)
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, TBMM'nin yeni yasama yılı açış konuşmasında (1 Ekim 1998), aynı kararlı üslûpla konuya temas etti: "Suriye, Türkiye'ye karşı açık bir husumet politikası izlemektedir. PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir. Tüm uyarılarımıza rağmen hasmane tutumundan vazgeçmeyen Suriye'ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kez daha tüm dünyaya ilân ediyorum."
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu ve Başbakan Mesut Yılmaz da, benzer şekilde konuştular ve Suriye'yi uluslararası camiaya şikâyet ettiler. Yılmaz, Birleşmiş Milletler Yasası'nın 51. maddesini hatırlatarak "meşru müdafaa hakkından" söz etti.
Suriye ile Türkiye bir savaşın eşiğine geldi. Mısır devreye girdi; Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, Hafız Esad ve Süleyman Demirel ile birer konuşma yaptı. Daha sonra Dışişleri Bakanı Musa Amr ve 4 bakanı ile birlikte Türkiye'ye geldi. (6 Ekim 1998)
Ve nihayet, Hafız Esad, durumun ciddiyetini kavradı. Elinde koz olarak bulundurduğu Öcalan'ı sınır dışı etti. Sonra bilinen, malûm macera... Öcalan, önce Yunanistan'a, bilahare Rusya'ya gitti; ardından da Kenya'ya. ABD, Apo'yu "paketleyip" asılmamak kaydıyla Türkiye'ye "hediye" etti.