12 Eylül'e, vuruşarak gidildi. Sağcı genç, solcu genç ile vuruştu. Polis, öğretmen, sendika... her kurum ikiye bölünmüştü. Milliyetçi lider ile sosyal demokrat genel başkan görüşmüyordu; cenazelerde, farklı fikirde olanlar birbirinin yüzüne bile bakmıyordu. Erbakan, "Kadayıfın altının kızarmasını" beklerken, gensoru önergeleriyle Adalet Partili bakanları teker teker düşürüyordu. Bir ondan ölüyordu, bir bundan.
12 Eylül darbesini kıyasıya eleştirirken, darbeye takaddüm eden günlerde, Türkiye'nin hali pürmelâli de hatırlanmalı. Evren ve arkadaşlarının, cumhuriyeti koruma ve kollama adına elbette darbe yapmaya hakkı yok. Tarafları kızıştırmak için, büyük ihtimalle, Kontrgerilla da faaliyete geçmişti ama gerginlikten siyasi prim devşiren siyaset adamlarımızın da büyük hatası vardı.
Çözümün daima sandıkta aranması konusunda hemfikiriz. Fakat, uzlaşmadan kaçan ve birbirine sırtını dönen o dönemin parti liderleri de, 12 Eylül darbesinin sorumluluğunu taşıyor. Bugünkülere bakıyorum da, aynı gerginlik devam ediyor. Artık darbe olmaz ama sinirlerimiz geriliyor.