Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

PKK: Efsaneler ve Gerçekler

Son zamanlarda yaşadığımız terör olaylarını Batı medyasından okuyayım derseniz, Türkiye'nin Kürt vatandaşlarına karşı topyekûn bir savaş başlattığı zehabına kapılabilirsiniz. Sanki Türkiye, barış yanlısı ve zavallı PKK'ya saldırıp duruyor...

Fransa, İngiltere veya ABD gibi demokratik ülkeler, terörle karşılaştıklarında haklı ve meşru olarak ne tepki veriyorsa, Türkiye de şu anda o tepkiyi veriyor. Bunun adı ise Kürt vatandaşlarımızla savaşmak değil. Türkiye, son on yılda Kürt vatandaşlarına geniş siyasi ve kültürel haklar verip Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu bölgelere milyarlarca dolarlık yatırım yaptı ve çözüm sürecini başlattı. Buna karşılık PKK, silah bırakmayı reddederek, ateşkesi bozdu ve terörü tercih etti.

Batıda ciddi gazetelerin terör karşısında hassas ve dengeli davranma sorumluluğunu yerine getirmesini ve PKK propagandasını dikkate almamasını bekliyoruz. Halbuki şu günlerde PKK, Batı medyasında bir barış güvercini gibi takdim edilmeye çalışılıyor. PKK, AB ve ABD'nin terör listesinde olmasına rağmen bazı çevreler sürekli örgütün terörünü aklama gayreti içinde. Marksist-Leninist bir örgüt olan PKK'yı barış havarisi gibi gösterme girişimleri BBC gibi yayın kuruluşlarında da görülüyor. Halil Berktay hoca BBC'nin PKK ile ilgili habercilik dilini sorgulayan bir yazı kaleme alarak bu noktaya özellikle dikkat çekti: bkz. https://www.serbestiyet.com/Yazarlar/aman-ne-hos-ne-guzelmis-bbc-gibi-yalan-soyleyebilmek-162404

Son olarak, ABD'li akademisyen ve aktivist Noam Chomsky, Türkiye'yi "Kürtleri ve bölgedeki başka halkları planlı biçimde katledip sürmekle" suçladı. İnsan ister istemez, iddia edilen bu katliamların nerede ve ne zaman yapıldığını sormaktan kendini alamıyor. Tıpkı filozof Slavoj Zizek gibi Chomsky de, fiili gerçekleri araştırma zahmetine katlanmadan Türkiye hakkında ahkam kesmeyi tercih ediyor. Belki Zizek gibi Chomsky'nin de Türkiye'deki "arkadaşları" onu yanlış yönlendiriyordur. Zizek, Al Jazeera'da yayınlanan yazıma cevaben kaleme aldığı yazısında Türkiye konusunda yanlış bilgilendirildiğini itiraf etmişti. Türkiye ile ilgili yanlı ve sorunlu kaynaklardan beslenen Batılı yazarların, Türkiye bir tarafa, diğer ülkeler hakkındaki analizlerine de artık ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. https://www.aljazeera.com.tr/gorus/zizek-turkiye-ve-entelektuel-ciddiyetsizlik


Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Chomsky'ye seslenip gerçekleri bizzat görmesi için Türkiye'ye davet etti. Chomsky bu davete duygusal ve öfkeli bir cevap verdi: "Türkiye'ye gitmeye karar verirsem, bu O'nun davetiyle değil daha önce birçok kez olduğu gibi, aralarında yıllardır ciddi bir saldırıya maruz kalan Kürtlerin de olduğu cesur muhaliflerin davetiyle olur."

Chomsky'nin bu cümlesinde bile sorgulanması gereken kalıp-yargılar var. Acaba "yıllardır saldırı altında" olduğunu söylediği Kürtler ile hangi ülkenin Kürtlerini kastediyor? Yıllarca süren çatışmayı bitirme insiyatifi gösteren ve çözüm sürecini başlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, nasıl olur da "yıllardır süren saldırılar"ın müsebbibi olur? Chomsky'nin Erdoğan karşıtlığı ile konuyu şahsileştirmesi ve "ne pahasına olursa olsun Erdoğan'a saldıralım" kervanına katılması elbette düşündürücü. Türkiye'yi ve çözüm sürecini az çok bilen birinin böyle bir iddiada bulunması bilgi eksikliği değil ancak kasıt ve art niyetle izah edilebilir.

Buradaki asıl büyük hata, Kürtleri ve PKK'yı özdeşleştiren bir fikr-i sabite saplanmak. Bu, tam da PKK'nın yaratmak istediği bir algı. PKK Kürt, Kürt de PKK demek değil. PKK'nın ideolojisine ve terör taktiklerine karşı çıkan milyonlarca Kürt var. Kürtler, Türkiye de bütün vatandaşlar gibi her tür siyasi hak ve kamu hizmetinden faydalanıyorlar. Halbuki PKK, saflarına katılmayan, kendilerini desteklemeyen yüzlerce Kürdü öldürdü. PKK, örgüt içi infazları ile meşhur olmuş bir örgüt. Daha geçtiğimiz bir kaç ay içinde PKK'nın Suriye kolu PYD Tel Abyad'da, Uluslararası Af Örgütü'nün ifadesiyle "savaş suçu' olarak nitelendirilebilecek suçlar işledi.

Kürtlerle PKK'yı özdeşleştirmek, DAİŞ ile Müslümanları özdeşleştirmekten farksız. DAİŞ terörüne karşı verilen mücadele Müslümanlara karşı savaş anlamına gelmediği gibi, PKK terörüyle mücadele de Kürtlere karşı savaş anlamına gelmiyor.

Son on yılda hükümet Türkiye'de Kürt gerçeğini tanıma ve Kürt nüfusun ağırlıkta olduğu bölgelere kamu hizmetleri götürme, okullar, hastaneler, havaalanları inşa etme ve istihdam sağlama konusunda tarihi adımlar attı. Kürt siyasetçiler serbest ve adil seçimler sayesinde meclise girdiler. Kürtçenin televizyon, radyo, yazılı basın, mahkemeler, hapishaneler ve siyasi kampanyalarda kullanımına yönelik yasaklar kaldırıldı. Milyonlarca Kürt yoksulluktan kurtarıldı ve mesleki eğitim ve üniversite eğitimi gibi hizmetler aldı. PKK'nın güçlenmesine yol açan inkâr ve asimilasyon politikaları Erdoğan döneminde terk edildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakanlık görevi sırasında 2005, 2009 ve 2011 yıllarında Kürt sorununu çözmek amacıyla bir dizi barış girişimini devreye soktu. Bunların halen geçerli olan nihai amacı, silahlı çatışmaya son vermek ve PKK'nın silah bırakmasını sağlamaktı. Nitekim süreç işe yaradı ve 2011 ile 2013 yılları arasındaki iki yılı aşkın bir sürede çatışmalar durdu. Yine bu süreç zarfında Öcalan, üç kez PKK'ya silah bırakma çağrısı yaptı. Ama PKK bu tarihi fırsatı değerlendirip silah bırakmak yerine, tekrar 1984'ten beri en iyi bildiği şeye başvurmayı seçti: silahlı mücadele ve terör.

Daha önce de yazdığım gibi, "Çözüm sürecini aslında kimin istismar ettiğini ve baltaladığını anlamak için, son iki yılda neler olduğunu kısaca hatırlamak faydalı olur. İşte son iki yılın kısa bir kronolojisi:

21 Mart 2013'teki Nevruz'da Abdullah Öcalan, PKK'ya yönelik ilk silahsızlanma çağrısını yaptı. 7 Mayıs 2013'te, Murat Karayılan PKK'nın Türkiye'deki tüm militanlarını geri çekeceğini açıkladı. 2 Temmuz 2013'te, PKK militanları Diyarbakır'ın Lice ilçesinde polis karakollarına saldırdı ve çatışmalarda bir kişi hayatını kaybetti. 9 Eylül 2013'te, Cemil Bayık Kürdistan Toplulukları Birliği (KCK) başkanlığına seçildi. Bayık yaptığı ilk açıklamada, terör saldırılarının yeniden başlayacağını ima etti. 30 Eylül 2013'te, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, barış sürecindeki meşru taleplerin büyük kısmına cevap veren kapsamlı bir demokratikleşme paketi açıkladı. PKK'nın bu adıma cevabı şehirlerdeki yeni gençlik yapılanması Devrimci Yurtsever Gençlik Hareketi'nin (YDG-H) kuruluşunu ilan etmek oldu.

21 Mart 2014'teki Nevruz'da, Öcalan PKK'ya bir kez daha silah bırakma çağrısı yaptı. Öcalan'ın mesajı Diyarbakır'da Türkçe ve Kürtçe olarak halkın önünde okundu. 1 Haziran 2014'te, Halkların Demokrasi Partisi (HDP) heyeti Öcalan'la görüşmeye gitti. PKK Haziran boyunca sürdürdüğü saldırılarda askerleri ve polisleri şehit etti. 8 Ekim 2014'te, Selahattin Demirtaş Kobani bahanesiyle büyük sokak gösterileri düzenlenmesi çağrısında bulundu. Demirtaş'ın bu çağrısı, 50'yi aşkın kişinin ölümüne yol açtı ve toplumu yeniden kutuplaştırdı. Muhalefet partileri, PKK'ya karşı çok yumuşak davrandığı gerekçesiyle hükümete yüklendi. Cemil Bayık 20 Aralık 2014'te, PKK için "silahsızlanmanın ölüm anlamına geleceğini" söyledi. 28 Şubat 2015'te, Öcalan KCK/PKK'ya bir kez daha silah bırakma çağrısı yaptı. 2015'in Nisan ve Mayıs aylarında, PKK doğu ve güneydoğudaki şehirlerde güvenlik güçlerine saldırılar düzenledi, 7 Haziran seçimleri öncesinde halkı terörize etti, yol kesti, zorla para topladı, araba yaktı, barajlara saldırdı ve emirlerine uymayan herkesi tehdit etti. 20 Temmuz 2015'te Suruç'ta DAİŞ tarafından düzenlenen ve 33 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırının ardından, PKK saldırılarını artırdı ve açıkça savaş ilan etti. Türkiye işte bütün bu gelişmelerden sonrasında PKK terörüne karşı operasyonlara başladı.

PKK silah bırakmayı kabullenemediği için barış sürecini kasıtlı olarak sabote etti. Selahattin Demirtaş 12 Haziran 2015'te, Öcalan'ın yeni çağrısı sonrasında PKK'nın silah bırakabileceğini söyleyince, KCK 13 Haziran 2015'te mealen şu açıklamayı yaptı: "Silah bırakma iradesi tamamen bize aittir. Demirtaş veya Öcalan böyle bir çağrı yapamaz."

Bu gerçekler ortadayken ister resmi yetkili ister gazeteci yahut akademisyen olsun birilerinin Türkiye'ye "ateşkes yapın, operasyonları durdurun, müzakerelere geri dönün", vs. çağrısı yapması pek bir şey ifade etmiyor. Yapılması gereken çağrı PKK'nın silah bırakmasıdır.


PKK, Batılı ülkelere şirin görünmek için Suriye'deki savaşı ve DAİŞ'le mücadeleyi paravan olarak kullanıyor. Ne yazık ki bu yalana inananlar da var. Traji-komik olan şu ki, yakın tarihin en kanlı ve acımasız terör örgütlerinden biri olan PKK, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı baskıcı ve otoriter olmakla suçluyor. Kimileri de 'düşmanımın düşmanı dostumdur' diyerek PKK'yı aklama pahasına "Erdoğan'a saldırıyorsa o zaman destek vermek lazım" diyor. Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak içinPKK'ya destek vermek, ABD'ye yüklenmek için DAİŞ'i veya El Kaide'yi desteklemekten farksız.

Hükümet kamu düzenini tesis ederken, bir yandan da Kürt vatandaşlarının, yani PKK'nın nihilist teröründen en çok mağdur olan insanların ihtiyaçlarına ve meşru taleplerine cevap vermeye devam ediyor. Bundan sonrası PKK'nın terörist faaliyetlerine son vermesine ve koşulsuz olarak silah bırakmasına bağlı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA