Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

Bir konserin hikâyesi ve Türkiye’nin kültür savaşları

Türkiye'nin ilk kültür bakanı olan Talat Sait Halman 5 Aralık 2014'te vefat etti. Üretken bir yazar, şair ve çevirmen olan Halman, ömrünü klasik Osmanlı edebiyatı ile modern Türk edebiyatını incelemeye ve dünyaya tanıtmaya adadı. Şair olarak derinlikli, duygulu ve zarif eserler verdi. Ödüllü çevirileri vasıtasıyla Yunus Emre, Mevlana ve Nasreddin Hoca'yı İngilizce konuşan dünyaya tanıttı. Halman'ın İngilizce antolojileri, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Veli Kanık, Sait Faik Abasıyanık ve Melih Cevdet Anday gibi çağdaş şairlerin eserlerine yer verdi. Ayrıca aralarında Shakespeare'in eserlerinin de olduğu İngilizce eserleri Türkçeye çeviren Halman, William Faulkner'in romanlarını dilimize kazandıran ilk çevirmendi.

Halman; Columbia, Princeton, Pennsylvania ve New York üniversitelerinde dersler verdi. 1998'den ölümüne dek öğretim üyeliği yaptığı Bilkent Üniversitesi'nde Türk edebiyatı dersleri verdi ve İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi dekanlığı yaptı. Halman, engin bilgisi ve çalışkanlığıyla farklı kültürel ve edebi gelenekler arasında köprüler kurmaya çalıştı. Türk kültürünün Cumhuriyet döneminde geçirdiği radikal dönüşüme tanıklık eden Halman, Divan şiiri ile klasik Osmanlı edebiyatı ve müziğine yer açmaya çabaladı. Bakan olarak devlete hizmet ettiği kısa sürede devlet kariyerinin en ciddi sorunlarından biriyle karşılaşmasına neden olan da işte bu çabasıydı.

Halman 1971'de kültür bakanı olunca – aslında bakanlığı da aynı yıl kendisi kurmuştu –seküler modernleşme sebebiyle tamamen göz ardı edildiğini düşündüğü klasik Osmanlı müziğini desteklemek istedi. Halman'ın aktardığına göre, 1970 yılında eğitim bakanlığı klasik Batı müziğine 125 milyon lira ayırırken, Türk müziğine sadece 1 milyon liralık ödenek ayırmıştı. Halman, kültür bakanlığı sırasında klasik Osmanlı müziğinin büyük isimlerinden Buhurizade Mustafa Itri Efendi'nin (1640-1712) eserlerinin icra edileceği bir konser düzenlemeye karar verdi.

Halman birkaç klasik Osmanlı müziği hocasını makamına davet ederek etkinliği planlar. Konserin 22-23 Aralık 1971'de, Ankara'nın en prestijli sahnesi olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu'nda düzenleneceği duyurulunca, cumhuriyetçi seçkinlerden bazıları şok ve öfke içinde tepki veriri.

Ünlü Türk kemancı Suna Kan, planlanan konserden yaklaşık bir ay önce Milliyet gazetesinde Halman'a hitaben açık bir mektup yayınlar. Kan, öfkeli bir dille kaleme aldığı mektubunda Halman'ı, laik cumhuriyetin simgesi olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın sahnesinde böyle bir konser düzenlemeye cüret ettiği için ağır biçimde eleştirir. Halman'ı modern Türkiye'yi yabancılara yanlış tanıtmakla ve "Atatürk Türkiye'sine ihanet etmekle" suçlayan Kan, onun Türkiye'yi Osmanlı "bakiyesi" bir ülke olarak gösterme hakkı olmadığını söyler. Kan, Türkiye'nin Cumhuriyetin başlangıcından itibaren Osmanlı dünyası ile hiçbir bağının kalmadığını vurgular.

Bu konuyu müzik zevki veya kültürel bir organizasyon meselesi olarak değil de resmi laik ideoloji ile kültürel gericiliğin çarpışması olarak gören Kan, çoksesli Batı müziğinden daha aşağı gördüğü eski "teksesli" Osmanlı müziğinin öğrenimini özendirerek Halman'ın korkunç bir hata yaptığına inanıyordu. Kan'a göre bu, "Kemalist Türkiye'ye" yakışmıyordu.

Kan şöyle yazıyordu: "22-23 Aralık'ta teksesli müziğin temsilcileri emrinize uygun olarak, benim Beethoven, Brahms, Bartok, Erkin ve Rey'in eserlerini icra ettiğim Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu'nda sahneye çıkar ve sadece müzelerde icra edilmesi gereken bu eski eserleri çalarsa, bilmenizi isterim ki naçizane şahsıma verilen devlet sanatçısı unvanını memnuniyetle iade edeceğim. Atatürk Türkiye'sinin temelini oluşturan ilkelerin zedelendiği bir ortamda bu unvanın hiçbir değeri ve şerefi kalmaz."

Cumhuriyetin "Harika Çocuğu" Kan için bu neden bu kadar önemli bir meseleydi? Kendisi de bir müzisyen olduğu halde niçin Türk müziğinin zengin geleneklerinden biri olan bir başka müzik türünü takdir etmese bile en azından ona müsamaha göstermiyordu? Konunun Cumhuriyetle ve onun ilkeleriyle, uygar ve modern olmakla ne ilgisi vardı?

Türkiye'yi bilmeyenlerin bunu anlaması zor olabilir. Ancak Kan'ın zehir zemberek sözleri ve Cumhuriyeti koruma dürtüsü hiç de şaşırtıcı değildi. Katı laik ve gelenek karşıtı bir sosyal çevreden gelen Kan ve onun kuşağı, yalnızca tek bir müzik, kültür, estetik ve uygarlık türüne inanıyordu. Osmanlı müziğinin konservatuarlarda ve radyolarda yasaklanışını sevinçle karşılayan bu insanlar, Cumhuriyeti yüceltmek için sanat yapıyor ve başka her şeyi değersiz görüyordu.

Dönemin başbakanı Nihat Erim'in emriyle konser iptal edildi ve Kan, küçük bir zafer kazandı. Halman bu konuyla ilgili çok fazla konuşmadı ve olaydan sadece birkaç ay sonra bakanlık görevi sona erdi.

Bugün Türkiye'nin kültürel ortamı çok daha zengin, çoğulcu ve rekabetçi… Klasik ve modern, İslami, Osmanlı ve Batı sanat türleri çeşitli eğitim kurumlarında ve değişik platformlarda öğretiliyor ve icra ediliyor. Önemini asla kaybetmeyen eski ile daha geniş bileşimlerde ve sentezlerde kök salmaya çalışan yeni arasında daha sağlıklı bir ilişki var.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), büyük üstat Buhurizade Itri Efendi'nin 300'üncü ölüm yıldönümü olan 2012'yi Itri Yılı ilan etti. Eminim Halman modern Türkiye'nin kültürel ortamına bir nebze denge ve incelik katmaya yönelik çabalarının boşa gitmediğini gördüğü için beka âlemine huzurlu gitmiştir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA