Freud, dindarlara hitap edebilir mi? Elbette eder ve ediyor da... Ancak Freud ve dindarlar arasındaki ilişki biraz karmaşık… Zira Freud'a göre inanç, ancak bir 'yanılsama' olarak ele alınabilir. Tıpkı Aydınlanmacı düşünürler gibi Freud da insanlığın dini inanç kavramını geride bırakarak yoluna devam edeceğini düşünüyordu. Modern insan, artık din gibi saçmalıkları çoktan geride bırakacak kadar olgunlaşmıştı. Ve elbette bu olgunlaşmaya dikkat çekecek bir müjdeciye de ihtiyaçları vardı. Freud kendini bu müjdecilerden bir olarak görüyordu.
Fakat Freud bir yandan dini çocuksu bir yanılsama olarak bir kenara koyarken diğer yandan dikkat çekici ölçüde dini bir söylem kullanıyordu. Ne garip bir ironi... Peki, hem dine mesafe koyduğunu söyleyip hem de dinden metot aşıran tek düşünür Freud mu? Elbette değil. Feuerbach, Marx, Engels ve diğerleri aslında durmaksızın Hristiyanlığa saldırırken, zihinlerininim bir köşesinde de kendilerini vadettikleri yeni dünyanın mürşitleri olarak konumlandırıyorlardı.
***
Modernist düşünce, gerçeği algılanan şeylerle sınırlar ve hakikatin gizli hiçbir şey içermediği iddiasını taşır. Freud ise modernist düşüncenin aksine 'görünenin ötesinde olan şeylerin' peşine düştü. Aydınlanmacı rasyonalizmden farklı olarak, insanı rasyonel, mantıklı ve hesapçı bir varlık olarak tanımlamak yerine, 'insanın karanlık yüzü' üzerinde durdu. Freud'a göre insan aklına güvenilemez, zira akıl nihayetinde id (ilkel benlik) ve ego'nun (benlik) arzularına yenik düşer. Aslında insanın en temel doğası 'aklın ışığı' değil, Oedipus'un sembolize ettiği ego'nun karanlık ve kötücül güçleridir. İnsanlık tarihi, birbirlerinin iyiliği için çalışan aydınlanmış ve rasyonel bireylerden ziyade kontrolsüz ego'ların dünyaya hâkim olmak için verdiği acımasız mücadelenin hikâyesidir.
Freud'un çizdiği insan doğasına ilişkin bu kasvetli tabloya itirazlar getirilebilir. Lakin kabul edelim, insanlık tarihinde bu görüşleri haklı çıkaracak kadar çok trajedi var. Freud'un psikanalizi, sorunlarımızın altında yatan faktörleri bilincin katmanlarını açığa çıkararak ve sorunu kendi gözümüzle görmemizi sağlayarak çözmeye çalışır. Nihai tedavi ise doktor eliyle değil kendi çabamızla gelir.
Freud bugün yaşasaydı, teorilerinin çoğunun modern dünyanın çılgınlıklarıyla doğrulandığını düşünürdü. Popüler ve 'sanal' kültürün büyük kısmının temelinde yatan nihilizm ile dünya sisteminin mekanikleşmesi sürecinde bireyin kaybolması, Freud'un modern uygarlığın insanlığı en kötü korkularından kurtaramayacağına dair korkusunu destekleyen yeni kanıtlar sunuyor. Ayrıca tamah, bencillik, şiddet ve yabancı düşmanlığı ile ilintili Yahudi aleyhtarlığı ve İslamofobi, daha insani ve adil bir dünya kurmaya ve yaşatmaya yönelik tüm çabaları boşa çıkaran bir güvensizlik ve kuşku atmosferi yarattı.
Geçen günlerde New York Times köşe yazarı Thomas Friedman, Freud'a atıf yaptığı bir yazısında "Irak-Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı savaştaki Ortadoğulu müttefiklerimizin birbiriyle çelişen öyle çok hayalleri ve kâbusları var ki, Freud bile şaşırır ve işin içinden çıkamazdı" diye hayıflanıyor. Friedman, IŞİD'le mücadeleyi çatışma sahası olarak seçip çok basit ama kullanışlı bir 'iyi müttefikler-kötü çocuklar' listesi yapıyor. Tabii, gerçekler bundan çok daha karmaşık. Freud bugün yaşasaydı, etrafta olup biten birçok şeyi açıklamakta zorlanırdı. Hala işgal altındaki Filistin toprakları, Batı demokrasilerinin dünyanın en büyük silah üretici olması, modern ve uygar dünyamızın sayabildiğimiz anormalliklerinden sadece bazıları… Bu yüzdengünümüzün bazı meselelerine Freudyen analiz ile bakmak işimize yarayabilir. Mesela Batı demokrasilerinin neden siyasal İslam'ı bitirmek için Sisi'yi desteklediklerini veya İsrail'in güvenliği için Mısır'daki darbe rejimine yeşil ışık yaktıklarını bu açıdan tekrar düşünmeliyiz.
***
Mısırlı akademisyen İmad Şahin, Mübarek'in 29 Kasım'da beraat etmesi ile Mısır'da Mübarek rejiminin bitmediğine dikkat çekiyor. Bu karar açıkça, siyasal İslam'ı kontrol altına almak adına otoriter laik hükümetlere destek veren Batı demokrasilerine de bir mesaj.
Arap siyasi otoriteleri, siyasal İslam paranoyasının baskısı altında ve bu paranoya Batı hükümetleri tarafından da destek görüyor. Ilımlı siyasi gruplar ile IŞİD ve El Kaide'yi bir kefeye koymak siyaseten kullanışlı bir vasıta olabilir ama aynı zamanda diğer aşırılıkçı gruplara bir meşruiyet zemini sağladığı için çok yanlış bir strateji. Tam da bu noktada eminim ki Freud olsa, günümüzde dünyanın bazı yerlerinde demokratik süreçlerin askıya alınması ile Arap dünyasında radikalizmin yükselişi arasındaki ilişkiyi bazı insanların bir türlü kuramıyor olmasına hayret ederdi.
Hatırlayalım, Freud'a göre daha iyi bir hayat özlemimiz rüya halinde sayısız farklı şekle bürünen bir arzulama eylemine dönüşmekteydi. Bugün baktığımızda Ortadoğu insanının adalet, barış, eşitlik ve güvenlik rüyaları, Libya'dan Yemen, Irak ve Suriye'ye kadar uzanan toprakları kasıp kavuran iktidar mücadeleleri yüzünden kâbusa döndü. Bu kâbusa bakarak, siyasal İslam'ı öcüleştirmenin, evet, Batı için işe yarayan sonuçları olduğu aşikâr ve Batı'nın bu konudaki sessizliği ise sadece manidar…
Son tahlilde, Arap dünyasındaki demokrasi sürecinin neden başarısızlığa uğradığını ve bütün suçun nasıl siyasal İslam'a yıkıldığını anlamak için rüya yorumcusuna gerek yok. Bu durum giderek, özgürlük, adalet ve herkes için eşitlik taleplerinin 'bölgedeki iyi çocukların' yapmakta oldukları şeyi sürdürebilmesi uğruna bir kenara atıldığı, Ortadoğu'yla ilgili boş bir hayale dönüşüyor.