Depresyon, en zor hastalıkların başında gelir. Zorluğunun öncü sebebi bilinmez olmasıdır. Neden kaynaklandığı tam olarak açıklanamadığı gibi nasıl kurtulacağınızı da bilemezsiniz.
Depresyondaysan hayatı "yıkım"dan ibaret görürsün. Aynaya baktığında, bir çiçeğe baktığında veya pencereden dışarı baktığında ve en önemlisi "içine" baktığında karşındaki tek şey yıkımdır. Neşe sanki bir daha dönmemek üzere göçmüştür. Yitirmişsinizdir ama neyi? Yitirmişsinizdir ama neden?
Depresyonu en çok pekiştiren faktörlerden birisi de yaşayanın içinden çıkamadığı suçluluk duygusudur: Hissettiği tek şey "yük olmak"tır: Kendisini ve başkalarını hüsrana uğratmış, varoluş sebebini bulamamış, beceriksiz ve işe yaramazdır. O kadar "kaybolmuştur" ki bir çıkış yolu olabileceğine dair inancını kaybetmiştir. İntihar eden tıp öğrencisi kardeşimizin vasiyetine baktığınızda da ölümüyle bir "işe yarama" isteğinin ne kadar ağır bastığını görebilirsiniz. Biriktirdiği para ile annesine fırın alınması ve kız kardeşlerinin seçimlerine saygı duyulması çağrısı...
Depresyon hakkında konuşmak zordur. Zira depresyonda olan kişinin bile anlamlandırmakta zorlandığı ve utanç duyması gerekiyormuş gibi hissettiren bir hâldir. Depresyondaki kişinin çevresine düşen en büyük rol de burada devreye girer. Şayet örneğin ebeveyn olarak çocuklarınızı yakından gözlemlemiyorsanız, onları konuşmaya ama gerçekten konuşmaya teşvik eden bir atmosfer oluşturmamışsanız çocuğunuza yardımın yollarını kendiniz kapatıyorsunuz demektir. Çocuklarınıza birey olarak saygı gösterip sevmiyorsanız, onlardan kendine saygı duyan bireyler olup kendilerini sevmelerini beklemek beyhudedir.
Dindar ailelerde "İman varsa depresyon olmaz"; seküler ailelerde de depresyonu bir tür "şımarıklık ve nankörlük" olarak niteleme yanılgısı bulunabilir. Halbuki genetik yatkınlık, tetikleyici çevresel etkenler, çözülmemiş travmalar gibi depresyonun altında yatan çok yönlü sebepler söz konusudur. Çocuğunuzu mesela migren hastası olduğu için suçlar mısınız veya eksik hissettirir misiniz? Depresyon da böyledir; tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.
İntihara sürükleyen bir hastalık söz konusu iken konuyu siyasal tartışma zeminine çekmeyi, en başta kaybettiğimiz gencimize haksızlık görürüm. Namaz kılmak isteyen ama aile baskısı yüzünden banyoda namaz kılan arkadaşım da oldu, Enes gibi dinden uzaklaştığını hissetse de ailesi tarafından taklidi ibadete zorlanan arkadaşım da oldu. Bunun yanlış olduğunu tartışmaya bile gerek duymam. Yanlıştır. Ancak Enes'in durumunda yaşadığı şehirden, kaldığı yurttan, okuduğu bölümden ve ailesine kendisini anlatamamaktan muzdarip bir gencin çaresizliği söz konusu.
Dünyada intihar oranı en yüksek ülkeler dinsiz nüfusun yoğun olduğu yerlerken, şiddet ve öz-şiddete sebep olan en önemli faktörlerden birisinin alkol olduğu bilimsel çalışmalarla kanıtlanmışken, din düşmanlığını ata sporu belleyenlerin söylediklerini kale almam. Bugün kahramanlaştırdıkları Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı, kaç genç kızı başını açması baskısıyla depresyona ve hatta intihara sürükledi, biliyor musunuz? Geçiniz.
İntiharı haklılaştıran, meşrulaştıran, ideolojik saplantılarına altlık yapan, gencecik bir naaşın soğumasını beklemeden üzerinde tepinenlerin kötülüğüne bakmayın gençler... Hissettiklerinizi paylaşın; ailenize, arkadaşınıza, hocanıza, olmuyorsa en yakındaki ruh sağlığı çalışanına anlatın ama yılmayın.
Üzerinizi kapladığını hissettiğiniz dalgaların sizi yutmasına izin vermeyin. Neticede yutulup giden sadece siz olursunuz; ölümünüzü romantize edenler adınızı üç gün sonra unutacak. Aldanmayın ve bilin: Yalnız değilsiniz. Suçlu değilsiniz. Çaresiz değilsiniz.
(Aile Bakanlığı'nın Psikososyal Destek Hattı 183, 7/24 Türkçe, Kürtçe, Arapça ve hatta işaret dilinde hizmet veriyor. Telefonla erişim yeterli değilse, saha personeliyle müdahale ediyorlar.)