Giriş:
"Durma haykır, eşcinsellik günahtır" yazımdan sonra tek bir köşe yazısının gövdesine sığmayacak önemli bir meseleye temas ettiğimiz için Türkiye'de aile yapısını yakından ilgilendiren bazı tartışma başlıklarıyla beraber mevzuyu daha geniş bir perspektifte ele alalım istedik. Türkiye'de aile kurumu tehlikede mi? Geleneksel değerlerimizi kaybediyor muyuz? Evlilik sayısı azalırken, boşanmalar neden artıyor? Aile nereye gidiyor? Bunlar her gün daha yüksek sesle sorduğumuz sorular... Bu yazı dizisi ile şeffaf biçimde konuşulmayan veya yokmuş varsayılan bazı meselelerin toplumsal izdüşümünü ortaya koymak, dünyada oluşturduğu etkilere bakmak ve aile yapımızın geleceğine dair çözüm önerileri sunmak ve ulusal bir diyalog başlatmayı amaçlıyoruz. Ayrıca konunun sadece burada kalmayacağını, İstanbul Sözleşmesi ve süresiz nafaka gibi gündemde yerini koruyan diğer tartışma başlıklarını da ele alacağımızı baştan belirtmiş olayım. Okurlarımızı da görüşlerini bana yazmaya veya #AileNereye etiketiyle sosyal medyada paylaşmaya davet ediyorum.
Girizgâhtan sonra iki olguyu ayırt ederek başlayalım: Bir fiil olarak eşcinsellik ve özne olarak eşcinseller. Konumuz failler değil; fiilin kendisinin siyasi bir kimlik haline getirilmesidir. Kişilerin mahrem hayatında yaşadığı kamusalın konusu olamaz. O yüzden meselemiz, bir fiil olarak yatak odasını kamusal siyasetin parçası haline getirenler, kendi deyimleriyle 'heteroseksüel matris'e savaş açanlar olacak.
KASITLI İSLAM DÜŞMANLIĞI
Nitekim Kuran-ı Kerîm'de de Lût kavminden bahsederken, onların mezkûr fiili ortalık yerde yapmasından ve bir toplum olarak bunu benimsemelerinden bahsedilmiştir. Eşcinsellik fiilinin büyük günahlardan olmasının altını çizmekteki ısrarımız biraz da bundandır. Çünkü tek başına büyük bir günah işlemek kişiyi iman dairesinden çıkarmaz belki ama işlediğinin günah olduğunu reddetmek çıkarır. Farkındaysanız eşcinsel hareket, tüm medeni tartışma kanallarını baskıyla kapatmaya, farklı bakış açılarını "ya bizdensin, ya ondan" ikiliğine hapsetmeye, tüm kutsalları alaya almaya çalışıyor. Bunu özellikle de azgın bir İslâm düşmanlığı eşliğinde yapıyor ki kışkırtmaları sayesinde murad ettikleri duvarlar hızla örülsün, kimse kimseyi duyamaz olsun. Senelik yürüyüşlerinde, ramazan ayıyla bile dalga geçen pankartların stratejik bir ajanda dahilinde kurgulanmadığını mı düşünüyorsunuz yoksa? Kâlemi, onlar gibi yara açmak için değil, merhem olmak umuduyla tutarak konuya dair genelde merak edilen bir soruyla devam edelim.
EŞCİNSELLİK BİR HASTALIK MI?
Hatırlarsanız on yıl önce dönemin Aile Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın "Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence" sözleri büyük tartışma yaratmıştı. O dönem çoğu Müslüman kanaat önderi Kavaf'ın sözlerini desteklerken, ben farklı bir bakış açısı sunmaya çalışmış ve şöyle yazmıştım:
Psikoloji ve psikiyatrinin "norm" belirlediği pek vâki değildir. Onlar genelde norm olmayanın, yani anormal olanın ne olduğunu vazederler ve tedavi etmeye çalışırlar. Bu bilgi üretimi ise hiçbir zaman iktidar ilişkilerinden münezzeh değildir. Bu yüzden bir zamanlar "anomali/ hastalık" olarak kodlanan eşcinsellik, hem eşcinsel bilim insanlarının gittikçe güç kazanmasıyla hem de eşcinsel yaşam pratiklerinin kapitalist tüketim düzenine katkı sağlayacağının anlaşılmasıyla anormal kategorisinden çıkarılmıştır. Dolayısıyla eşcinselliğin "hastalık" olarak adlandırılması da bu kategoriden çıkarılması da bilgiye hükmetme iktidarına sahip olanın keyfiyetinden öteye gitmez. O yüzden maruz kaldığımız muhtelif tanımlamaları veya sınıflandırmaları kabul etmeden önce bu bilginin neşet ettiği bilgi-iktidar ilişkileri ağını da mutlaka sorgulamak gerekir. İlhamını "çağlar öncesinden gelen ses"ten alanların, on yılda bir değişen normlarını dayatanlara boyun eğmemesi ve "kınayıcıların kınamasından" korkmaması da bundandır. Ayrıca bir olguyu hastalık olarak tanımlamak, orada özgür iradenin olmadığını da ima eder. Şayet özgür irade ve akil baliğ olmak, fiilin günah olmasının önkoşulu ise, hastalık tanımlaması bu gerekliliği de askıya almaktadır.
AİLE KURUMU ATEŞ ALTINDA
Gelelim yazı dizisinin de ana çıkış kaynağı olan aile konusuna. Aile kurumu ateş altında, çünkü 20. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan belli ideolojiler onu ortadan kaldırmayı hedefliyor. Evliliğin toplumu köleleştirmek için bir araç olduğunu iddia eden, hatta evlilik kurumunu toplama kampına benzeten, ev hanımlığını tahkir eden, geleneksel değerleri kurtulunması gereken prangalar gibi gören bir politik anlatı bu. Günümüzde ise popüler kültür araçları üzerinden en çok genç zihinleri şekillendirmek hedefleniyor. Güney Koreli "akışkan cinsiyetli" müzik gruplarının "army"leri olarak aidiyet benliğini geliştiren ya da rol modellerini online platformlarda yayınlanan dizilerde arayan ya da eşcinsel deneyimin veya cinsiyet değiştirmenin ne kadar cesaret gerektiren önemli bir başarı olduğu mesajını içselleştiren, dini değerleri öğrenmek yerine "bence öyle değil" diye ahkâm kesen veya "Benim Tanrım öyle değil" sloganını benimseyen bir kuşak yetişiyor.
EŞCİNSEL ÇOCUK PROPAGANDASI
Adına ister Z kuşağı deyin, ister internet kuşağı; gençlerimizi kaybettiğimiz ve dolayısıyla da geleneksel aileyi kaybetme sürecine girdiğimiz aşikâr. Üstelik kim bu hususta söz söylemeye kalksa, "Herkesin hayatına kimse karışamaz" sığlığındaki susturucu bir koro konuşmayı bastırmaya kalkıyor. Oysa ki bireyin kendi özel hayatından değil, bunun topluma yansımasından ve dönüştürücü etkisinden söz ediyoruz. Mesela dünyadaki en ünlü "eşcinsel çocuk"lardan birisi Desmond Napoles. Desmond, kadın gibi giyiniyor ve meydanlarda, podyumlarda, ödül gecelerinde salınıyor. Yaşının çok üstü kıyafetleri ve makyajları taşıyan bu çocuğa kahraman muamelesi yapılıyor, bunun onun cinsel gelişiminde yarattığı etki ise kimsenin umrunda değil. Üç yaşında kendisindeki bu değişimi fark ettiğini iddi eden Desmond gibi artık binlerce çocuk var. "Peki bunun bizimle ne alakası var?" dediğinizi duyar gibiyim. "Eşcinsel çocuk" propagandası, artık ülkemizde de yapılıyor. CHP'li Kadıköy ve Şişli Belediyeleri bünyesinde faaliyet gösteren Kadıköy Kent Konseyi ve Şişli LGBTİ+ Meclisi'nin paylaştığı broşürde şunlar yazıyordu: "Bugün 23 Nisan, yok sayılan, baskı, şiddet ve zorbalıkla yüzleşen 'onarım terapisi' adı altında istismara maruz bırakılan LGBTİ çocukların da bayramı. #lgbtiçocuklarvardır ve yalnız değildir" Kısacası bir şeyler yapılmazsa, bundan on yıl sonra bambaşka bir ülkede yaşıyor olacağız.
SİVİL TOPLUMA DÜŞEN VAZİFE
Artık Batı'daki genel-geçer görüş, eşcinselliğin doğuştan geldiği ve değiştirilemez olduğu yönünde. Cinsel yaşamın beyin üzerinde değiştirici etkiler yaptığı da bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek. Ayrıca aynı DNA kodunu paylaşan aynı yumurta ikizleri üzerinde yapılan araştırmalarda da eşcinsel kardeşin ikizinin çoğunlukla heteroseksüel olduğunu ortaya koyan çalışmalar da mevcut. Kaldı ki eşcinselliğin genetikle bağı kanıtlanabilir olsa dahi bu günâh olduğu gerçeğini değiştirmez. Burada önemli olan, eşcinsel dürtülere sahip olan kişiye yardımcı olacak mekanizmaları sağlamak ve onları yaygınlaştırmaktan geçiyor. Hem psikologlara ve psikiyatristlere hem Diyânet kurumuna hem de sivil toplum kuruluşlarına vazife düşen bir mekanizma kurulmamış olmasını dert edinmemiz gerekir.
YARIN
* Eşcinsel hareketin tarihî arka planı nedir?
* Feminizm, nasıl eşcinsel hareketi 'doğurdu'?
* "Çocuk eşcinseller" nasıl ortaya çıktı?
* CHP, neden eşcinsel hareketin bayraktarlığını yapıyor?