Her daim kendisiyle barışık, sokak kurnazı, rüküş, hoyrat, terbiyesiz, laubali, haddini bilmez, yüzeysel.
Yazar Alev Alatlı, paçozluğun en büyük toplumsal meselemiz olduğunu ifade ederken -affına sığınarak özetle- böyle bir tanım yapıyordu. Alatlı'nın anlattığı paçozluk genelde 'Beyaz Türkler' üzerinden anlatılsa da aslında paçozluk, sınıf veya etnisite tanımayan bir olgudur. Kişinin eğitim hayatı ya da cüzdanı zenginleştikçe, kendisini içinde bulabileceği sınıflar-üstü bir sınıftır paçozluk. Bugün ABD Başkanı'nın Donald Trump olduğu bir vasatta, gözardı edilemeyecek bir vakıadır paçozluk.
Ama eziklik öyle değil. En azından 'kendi evimizin içindeki' Beyaz Türkler ezik değil; onlar evin kerameti kendinden menkul hakim sınıfı. Eziklik, kişisel tarihi itibariyle dışlanan sınıftan gelmenin yükünü, görünmez bir kambur gibi taşıyanlara özgü.
Günümüzde kendi sınıfından gördüğü kişilerin paçozluğunu umuma teşmil ederek, o sınıfa ait genel-geçer bir hükümmüş gibi savunmanın 'trend' olduğu tek sınıf muhafazakârlardır. Muhafazakâr bir özneleşme sürecinden geçip, her fırsatta kendisini o sınıfın paçozlarından tefrik etmek, ah o bir türlü kurtulamadığı kamburun gölgesini üzerinden atabilmek için çabalar ezik... 'İtiraf kabini'ndeki bir Katoliği düşünün. Üst sınıftan pederine en kötü yanlarını detaylarıyla ifşa eder, şeytani yönlerini serip döktükçe kurtulacağını sanır ve alacağı dua/takdirle derin bir nefes çekip günahlarından arındığını tahayyül eder. Muhafazakâr eziklerin de böyle bir ruh halinde yaşadığını düşünüyorum. Sürekli bir 'ben onlar gibi değilim'i ima gayreti, aşağıladıkça yükseleceğini sanma yanılsaması ve 'Beyaz Türkler'den aferin almanın keyfi.
Durduğum yerden şunu görüyorum: Sosyal adalet, ekonomi, demokrasi... Hangi açıdan bakarsanız bakın, tartışmasız Türkiye tarihinin en başarılı iktidarını muhafazakârlar kendi içlerinden çıkardı. Ve bunu, 79 yıl sonra iktidara geldikten sonra yaptı. İçlerinden çıkardıkları lider önce hapse girdi, peşini bırakmadılar, en son 3 yıl önce suikaste uğradı. Neticede canlarından geçtiler, mallarından geçtiler ama hak gördükleri mücadeleden vazgeçmediler.
Durduğum yerden şunu görüyorum: Yoklukla imtihanı büyük ölçüde verdik ama varlıkla imtihanda tökezliyoruz. Buna rağmen dünya üzerinde en çok düşkünü, mağduru, mazlumu ağırlamayı başaran ülke olmakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda dünyada en çok insani yardım yapan ülke kategorisinde birinciliği açık ara göğüslüyoruz. Bu muazzam iyiliğe ön ayak olanlarınsa, mültecileri belediye sınırından kovalayan taş kafalar olmadığını da sanırım biliyoruz!
Durduğum yerden şunu görüyorum: 21. yüzyılın tarihini mazlumlar yazıyor olsaydı, biz en başa yazılırdık. Çünkü mazlumiyetten iktidara, çevreden merkeze ve en nihayetinde yerel statükoyla mücadeleden küresel statükoyla mücadeleye bir yürüyüşü sürdürüyoruz. Teletabiler diyarından bildirmiyoruz. Çevremiz savaş meydanı ve kavgadan kaçmıyoruz! Öte yandan 15 Temmuz'a 'tiyatro' diyen ana akım bir siyaset sosyolojisi var ve o sosyoloji Gezi gibi bir vandallık hareketine methiyeler düzmekten, terör örgütlerinin desteklediği adayları yüceltmekten çekinmezken, eziklenen arkadaşlara da 'eyvallah' demiyoruz.
Resim buyken, gösteriş budalası paçozlar yüzünden dindar insanları aşağılamayı anlayamam. Çünkü paçoz, Beyaz Türkse de Beyaz Kürtse de, başı açıksa da kapalıysa da paçozdur. İyiliği emretmek istiyorsak, onu önce kendi üzerimizde taşıyacağız. Kötülükten sakındırmak istiyorsak, sosyal medyaya arkadaşlarıyla videosunu koyan her başörtülü genç kızın paylaşımını milyonlara duyurmak için elimizde tuzlukla koşmayacağız. Paçozluğu eleştirdiğimizi sanırken, kendi ezikliğimizi dışa vurmayacağız.
Alev Alatlı ile başladık, onunla bitirelim: Has entelektüel "paçoz" olmaz, "paçoz" ise entelektüel değildir. Olsa olsa "entel" olur.