Nasıl ki 17-25 Aralık operasyonu, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Türkiye arasındaki petrol ittifakından gelen paranın ABD bankasına değil de Halkbank'a yatmasından ve İran'a yönelik ambargoyu delen finans kaynağının ABD şirketlerine aktarılmasını önleyecek düzenlemelerle Halkbank'a yatmasından bağımsız okunamazsa, 6-8 Ekim Katliamı da ABD'nin 'katkısı' görmezden gelinerek okunamaz.
Türkiye'nin DAEŞ'e destek verdiği haberleri ilk ve en çok ABD basınında yer almıştır. Türkiye kamuoyu bu hususta paralel yapının MİT TIR'larını durdurmasından itibaren işlenmiş, HDP'nin de şayiayı bir 'ana politika' haline getirmesiyle başarıya ulaşmıştır. 'İslâm bayrağı altında birleşmek' metaforunu işleyen ilk Newroz çağrısıyla başlayan sürecin sonunda bölge öyle bir hale getirilmiştir ki sakallı ve başörtülü eşi olmak, dindar hayat tarzı, DAEŞ'çiliğe delil sayılmıştır. Soyları melelerden gelen Kürt gençleri bu psikolojiye adım adım işlenerek sokulmuştur.
ABD'nin ilk katliamların gerçekleşmesinin ardından, 7 Ekim gecesi, ilk kez Kobane'deki DAEŞ'i bombalamasının bir tesadüf olduğunu mu sanıyorsunuz? (Öyleyse İncirlik Üssü'nün açılmasından sonra haberlerin durmasını, şimdi de Rus basınının ve Rusya finanslı yabancı gazetelerin bu temayı işlemeye başlamasını nasıl okuyacağız?) Nitekim 6-8 Ekim Katliamı'ndan üç gün sonraki ilk grup konuşmasında HDP lideri Demirtaş da "O çağrıyla bütün dünya ayağa kalkınca koalisyon uçakları ilk defa IŞİD'i etkili vurmaya başladı" diyerek ABD'nin seslerini duyduğunu kabul etmiştir. 6-8 Ekim Katliamı sonrası, Ak Parti'nin DAEŞ sopasıyla dövülmesinden memnuniyet duyan Aysel Tuğluk, aylar sonra ilk kez ses çıkarmış ve 29 Ekim 2014'te yazdığı yazıda şöyle demişti:
"AKP kesin şekilde partner olmaktan çıkmıştır. Zira, IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurdu. Bu açıdan süreç konusunda devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler hızla sorumluluk almalıdır."
O dönem herkes Aysel Tuğluk'un "seküler güçler"le orduyu kast ettiğini zannetmişti ama Tuğluk aslında HDP-PKK adına çözüm sürecindeki partnerinin artık Türkiye değil, ABD olduğunu ilan ediyordu. O yazı şu tehditle bitiyordu: "AKP'nin Türkiye'deki demokrasinin gelişimine ciddi bir engel oluşturduğu, demokrasiyi kafa saymaya ve seçim oyunlarına indirgediği gözönüne alındığında, artık ciddi olarak diktatörlükten söz etmek gerekiyor. İdeolojik olarak tükenmiş gerici bir çizginin uzatmaları olabilir ama bitişi kaçınılmazdır!"
Tuğluk, örgüt adına da cevabını verdi ve zaten ardından KCK yöneticileri defaatle 'üçüncü göz'ün ABD olması konusunu gündeme getirdi.
Türkiye'de 'seküler güçler'le birlikte hareket eden sadece HDP değildi elbette. 7 Ekim gecesi CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun "Gezi vicdanı ile Kobane vicdanını birleştirme" çağrısını, Esed'in Türkiye'deki medya gücünün etkili isimlerinden birinin "Diyarbakır'da yobaz Kürtler halka saldırıyor. Bu mücadele Türkiye"nin yobazlığa teslim olup olmama mücadelesidir" tivitini ve çözüme de Kürtlere de düşmanlığı herkesin malumu olan paralel yapının #direnKobane etiketini TT'ye taşımasını hatırlayın.
Kobane'de insanlar ölmesin diye, Türkiye'de iki günde 52 kişi öldürülmüştü. PKK'nın katliam bilançosu tartışmasız biçimde ortaya dökülmüştü ama onlar bu linç ortamına körükle gitmekte ve HDP-PKK'yı temize çekmekte beis görmemişti. Yasin Börü başta hiçbir mazlum hakkında da tek söz söylememişlerdi. Demirtaş ise basının önüne çıkıp öldürülen insanlarla çağrıları arasında hiçbir bağ olmadığını kanıtlamaya çalışırken hangi noktada özeleştirisini vermişti: Atatürk büstlerinin yakılması...
'Seküler ittifak' hâlen devam ediyor. CHP liderinin "PKK, HDP'ye zarar veriyor" açıklamasıyla kendi partisine değil de HDP'ye oy vermeye çağırması, Demirtaş'ın "Yarının şekillenecek Türkiyesi'nde CHP'yi demokrasi, adalet ve barış konusunda kendimize daha yakın görüyoruz" açıklamalarını da bu bağlamdan bağımsız okuyamayız.
Tuğluk 'seküler güçler' dediği için seküler ittifak demek zorunda kaldım. Aslında bu işin seküleri-dindarı yok. Türkiye'nin Washington, Pensilvanya, Berlin veya Tel Aviv'den değil de sadece Ankara'dan yönetilmesini isteyenlerle, istemeyenlerin ittifakı olarak değerlendirmek daha doğru olur.