Kurban Bayramı'nın son günü, 16 yaşında gencecik bir çocuk, Yasin Börü, fakirlere kurban eti dağıtımından dönerken, HDP ve Demirtaş'ın 'her yer Kobane'dir' çağrısıyla sokaklara akın edip terör estiren YDG-H çeteleri tarafından yakalandı. Sığındığı evdekiler ya da görenler tarafından çetelere haber verildi ki sığınanı teslim etmek, PKK'nın Kürtleri nasıl da bütün geleneklerinden, namus ve vicdan anlayışlarından kopardığının deliliydi.
Yasin Börü ve arkadaşları Hasan Gökgöz'ü, Ahmet Dakak'ı, Riyad Güneş'i bıçakladılar, yerlerde sürüklediler, onlarca kişiyle dövdüler, apartmanın üçüncü katından aşağıya attılar, naaşların üzerinden arabayla geçip sonra da yaktılar. Bu vahşet yaşanırken, dört insan hunharca katledilirken, dört Kürt "ezilirken" çevredekiler de olup bitene alkış tuttular. Saldırıdan yaralı olarak kurtulan ve uzun süre hastanede tedavi gören Yusuf Er şöyle diyor:
"Biz binadayken o vahşi insanlar arkadaşlarımın cesetlerine işkence yaparken aşağı inmeyen kadınlar ve yaşlılar, balkon ve pencerelere çıkarak tencere, tavaları demirlere vurarak, zılgıt çekip onlara destek veriyorlardı. Kim o günden sonra arkadaşlarımın katledildiği binanın önüne gittiyse mutlaka gözyaşı döküyor. Binanın önüne birkaç kez gitmeye çalıştım ama dayanamadım, oradan uzaklaştım."
Dün, 6 Ekim'in yıldönümünde, Yasin Börü ve arkadaşlarının katil zanlılarının yargılandığı ilk dava Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. 100 avukat ve çeşitli sivil toplum temsilcilerinin takip ettiği davada sanıklar hakkında, dörder kez "Canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme", birer kez de "Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma" suçlarından olmak üzere beşer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.
Davada, sanık Abdulvahap Turhan'ın avukatı böyle bir davada sanık müdafii olmaktan vicdanen rahatsızlık duyduğunu belirterek duruşmadan ayrıldı. Sanıklardan bazıları, avukatlarının da bulunduğu bir ortamda ifade vermiş olmalarına rağmen polis zoruyla ifade verdiklerini iddia edip, ifadelerini değiştirdi.
Bir başka sanık ise, "YDG-H denen korkunç adamlar benim pazar yerimdeki tezgâhıma gündüz saldırdı. Akşam ise ellerinde silah ve satırlarla mahalleye geldiler. 'Bu apartmanda herkesi öldüreceğiz' dediler. Amcamlar da o apartmanda. Ben de onları da öldürürler diye binaya girdim. Cesetleri tam önümde sürüklediler. Küçük yeğenlerim de yanımdaydı. Çok korktular. Bunlar vahşidirler. Cesetleri sürüklediler, mahalle arkadaşlarımdır, taşla kafalarını ezdiler, onları teşhis ettim ancak şimdi can güvenliğim yok" diye konuştu.
6-8 Ekim Katliamı, Kürtleri savunduğunu iddia eden yapının, çatışmayı sivillerin yaşadığı şehirlerin göbeğine taşıyarak Kürtlerin başta can güvenliği olmak üzere hiçbir hakkını umursamadıklarının, kendilerinden olmayan herkesi yok etmek üzerine kurulu dünya görüşlerinin en vahşi yansımasıydı. 6-8 Ekim'le hakkıyla yüzleşmek, azmettiricilerin de yargılanmasını sağlamak hukukun, mazlumların ailelerine, Kürtlere ve insanlığa borcudur. Bu borcun ödenmesi noktasında hepimiz takipçi olmalıyız.