Annelik, şimdilerde moda olan ifadesiyle, bir 'başarı öyküsü' değil. Yapıp ettiklerinizin karşısına bir tik atıp, geçip gidebileceğiniz bir şey hiç değil.
Annelik, bebeğinizin size öğrettiğinden fazla, sizin ondan öğrendiğiniz bir süreç. Nimetlerin en büyüğü.
Ancak kişisel gelişim furyası sebebiyle öylesine bir 'söyleme kışkırtmaya' maruz kalıyoruz ki, annelik duygusunu bile ifsad ettiklerini fark edemiyoruz.
İşin kötüsü bu habitus o kadar genişlemiş durumda ki, annelerin üzerine gövdelerinin kaldırabileceğinden fazla yük bırakılıyor. Bu yüzden çevremdeki pek çok kadın, anneliği büyük bir endişe ve suçluluk duygusuna gark olmadan yaşayamıyor.
"Bunu doğru yaptım mı, şunu yedirmeli miyim, öyle yaparsam bebek travmatize olurmuş, şöyle yaparsam yamuk yürürmüş, şunu giydirmezsen olmazmış", vb. pek çok şüphe annenin bebeğiyle geçirdiği kıymetli anların üzerinde âdeta panopticon misali dolaşıyor.
Belki kadınlar artık biraz da bu yüzden fazla çocuk yapmak istemiyor. Çünkü zaten yeterince zor ve sabır isteyen bir süreçten geçerken, mütemadiyen inşa edilmiş ve her geçen gün farklı biçimlerde üretilen bir vehmi anneliğe zerk ediyorlar.
Nesiller arası aktarım zincirimiz geri döndürülemez biçimde koptu. İrfanın yerini, her ay yerine bir yenisini koydukları malumat dalgası alıyor, annelerin üzerine kapanıyor.
Naçizane öğrendiğim derslerden birisi, 'annelik içgüdüsüne', aslında Allah'ın bebekle birlikte anneye bahşettiği ve âdeta bebeğin gözünden dünyaya bakmamızı sağlayan o en büyük yol göstericiye sarılmak oldu.
Biliyorum, size anlatılanlar kadar afili ve karmaşık değil bu söylediğim ama aklınızın bir köşesinde olsun istedim. Bir anneden, bir diğerine...