9 Ocak 1996'da, Sabancı Center'ın 25'inci katında büyük bir katliam gerçekleşti. Fail yine DHKP-C'ydi. Kurbanlar, Sakıp Sabancı'nın erkek kardeşi Özdemir Sabancı, Toyota-Sa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreteri Nilgün Hasefe'ydi. Katilleri binanın girişinden odaya kadar getiren ise birkaç ay önce çaycı olarak işe giren Fehriye Erdal'dı. Erdal'ı işe kim aldırmıştı dersiniz? DHKPC'nin can düşmanı, oligarşinin bekçisi olan polis teşkilatının zirve isimlerinden biri, dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ... Evet, doğru hatırladınız, oklar tam kendisine yönelmişken, cinayetten dokuz ay sonra, bir yanında 'aranan' Abdullah Çatlı, diğer yanında milletvekili Sedat Bucak varken, ünlü 'Susurluk kazası'nda hayatını kaybeden Emniyet Müdürü...
Fehriye Erdal'ı biliyorsunuz; 'kapitalist' Avrupa ülkeleri onu son anına kadar koruyup kolladı. Cinayete yardım ve yataklık yaptığı kesin olmasına rağmen iade etmedi. En son da 'öldüğü' haberleri çıktı. Dosya kapandı.
Katillerden birisi olan Mustafa Duyar'ın hikâyesi daha çetrefil. Cinayetten sonra yurt dışına kaçmış olmasına rağmen, Suriye'de örgütten ayrılıp kendi isteğiyle teslim olan Duyar, o hapisteyken doğan çocuğuna da "Özdemir" adını koyacak kadar suçluluk duyuyordu. Anlatmak istedikleri olduğunu belirtip, Can Dündar'ın röportaj talebini kabul etmişti. Bakanlık ve cezaevinden izinler alınmıştı. Röportaja kısa süre kala, hapishaneye yakın zamanda nakledilen Karagümrük Çetesi üyelerince öldürüldü. Sonradan "Nuriş" lakaplı çete lideri, kendisine emri veren olarak yine DHKPC'ye göre 'oligarşinin bir numaralı adamı' olan Veli Küçük'e işaret etmişti. Bir DHKP-C'linin itirafçı olma ihtimalinin kimleri ürküttüğüne dikkatinizi çekerim.
DHKP-C'li Duyar'la röportajı suikastla engellenen Can Dündar, bu gariplikleri sıralayarak şöyle demişti: Komplo teorilerini sevmiyorum.
Ancak "tesadüf"ün bu kadarına inanmayı da saflık sayıyorum. Duyar kilit isimdi. Konuşsa belki Susurluk skandalının bir düğümü daha çözülecekti. Belki hep sağ eliyle vurduğunu sandığımız çetenin sol elini de görecektik. Sabancı'nın neden hedef seçildiğini öğrenebilecektik. Sabah, 13 Şubat 1999.
Dündar, adliyedeki menfur saldırıya hiç de "Susurluk'un sol kolu" olduğundan şüphelendiği bir örgütün işiymiş gibi yanaşmadı. Şimdiye dek tek satır yazmadı ama manşetler ve haber içerikleri mütemadiyen cinayeti normalleştiren ve devleti suçlayan yöndeydi. O yüzden ister istemez merak ediyorum, Dündar bugün de aynı görüşte mi değil mi? Aynı görüşteyse, neden örgütü değil de devleti hedefe koyan yayınlara devam ediyor?
Gördüğüm sebebi söyleyeyim: 'Yeni CHP' nasıl ki eskisinden farklı olarak devlete değil de, terör bile olsa devlete karşı olan her şeye destekçi kesildiyse, 'Yeni Cumhuriyet' de eski ulusalcı tavrından farklı olarak aynı çizgiyi sürdürüyor. Bakmayın Can Dündar'ın bir taraftan Atatürk karşıtı olduğu malum isimleri yazar kadrosuna alıp, diğer yandan yeni yazarları "Anadolu'nun hemen her kentinde bir Cumhuriyet Meydanı vardır. Atatürk bulvarları, Cumhuriyet meydanlarına açılır" diyerek muştulamasına; manşetler eyyamcılığa o kadar müsait olmuyor işte. Arşivler de...