Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Gün birlik günü

Günlerdir ormanlarımız yanıyor. Yüzlerce alanda bir anda eşzamanlı bu yangınların çıkması son derece manidar. Elbette insan eliyle yapılan ihmalden kaynaklanan yangınlar var, ama bazı bölgelerdeki yangınlarda kasıt görülmüyor değil. Bu hususta yetkililer gereken bilgiyi vereceklerdir. Milyonlarca canlı diri diri yandı. İnsanlarımızı yitirdik. Son derece üzgünüz. Küresel ısınma, diğer ülkelerde de görülen yangınlar, bütün insanlığın daha aktif olmasını zorunlu kılıyor.
"Elinizde bir fidan varsa ve kıyametin hemen kopacağını biliyorsanız yine o fidanı dikin" buyuruluyor. Ağaç kesmek, insanı öldürmekle bir tutulmuş. Hz. Peygamber (SAV) savaş zamanlarında bile hurmalıkların, yeşilliklerin yakılmasını yasaklamıştır.
İnsanlarımız hayatını kaybetti. Allah rahmet etsin, mekânları cennet olsun.
Binlerce diğer canlılar (hayvanlar) yandı. Kısacası ülke olarak hepimiz bu acıyı yüreğimizde hissettik.
Bu tür büyük felaketlerde hemen birileri devreye girip insanlarımızı kutuplaştırmaya çalışır. Buradan ne devşiririm diye matematiksel hesaba başlar. İfsat eder. Bu tür insanlar için, yanan ormanlar umurunda dahi değildir.
Ama hamd olsun bunların sayısı çok değil. Diğer taraftan iyi niyetiyle bir şeyler yapmaya çalışan, benzeri felaketler olmasın diye tedbirler alalım diye gayret eden yüz binlerce temiz niyetli insanımız var. Onlar kenetlendiler. Dua ettiler. Gayret ettiler. Bu felaketi aştıktan sonra neler yapabiliriz diye bu işin uzmanlarının tartışması ve rasyonel çözümlerin masaya yatırılması gerekir. Bu gibi hallerde istişare (danışma, dayanışma) ile görüşlerimizi söyler ve çözüm üretmeye çabalarız. Böyle yapmalıyız. Tecrübe, akıl, vicdan bunu gerektirir. Ama tahrip için değil, ıslah için söz söyleyelim. Yaraları sarmalıyız. Bu konuda herkes üstüne düşeni yapmalı. Dayanışma içinde olmalıyız. Kucaklaşmalıyız. Başka Türkiye yok. Biz iyi oldukça tarih boyunca bizi istemeyenler mutsuz olurlar. Biz kötü olursak onlar sevinirler.
Yanan ormanları en kısa zamanda eski haline gelsin diye ağaçlandırırız inşallah. Daha güçlü ve yangına daha dayanıklı ağaçlarla. Birlik olursak çok daha iyisini yaparız. Yeter ki kardeşliği, beraberliği, dayanışmayı ve iyi niyetimizi yitirmeyelim.
Unutmayalım, Kur'an-ı Kerim'de cennet tasviri yapılırken yeşillik ve ağaçlar tanımlanır. Ağaç ve yeşillik bizlere cennet mirasıdır. Hz. Adem'i örten bir dosttur ağaç. Vaktinden önce kesilen bir ağaç gözyaşı döker.
Hz. Peygamber, ağaçların Allah'ı zikrettiğini bize hatırlatır.

KERESTE VE HURMA KÜTÜĞÜ
Yüce Allah, çamurdan insan yarattı. Ne zaman ki nefis devreye girdi, özü çamur olan insan kibirlendi, yaratanını unuttu.
İnsan özünü unutmamalıydı. Mevlânâ, kereste gibi ruhsuz insan ile Medine'deki hurma kütüğünü şöyle kıyaslıyor: "İnle inle ki bu iniltiyi işiten bir komşun vardır. Bu komşu sana şahdamarından daha yakındır. İnle ki çocuğun inlemesi, ağlaması, sütannesinin sevgisini uyandırır." Sonra işi Peygamber aşkına getiren Mevlânâ noktayı şöyle koyar: "Bizim Peygamberimiz'in yolu aşk yoludur. Biz aşk oğullarıyız. Bizim anamız da aşktır. Cenabı Mustafa'nın nurlu eli, o inleyen hurma ağacı direğini okşadı. Sen bir odundan da aşağı değilsin ya! İnle inle."
Mevlânâ, Medine mescidindeki mucizevi olarak inleyen hurma ağacını anlatıyor. Allah ve Peygamber aşkının nelere kadir olduğunu anlatırken kereste gibi ruhsuz yaşayanlara da ders veriyor. Kâinatı, güneş sistemini, hücreyi, atomu, galaksileri, anne rahminde çocuğu yaratanı inkâr edemeyen insanın bir hurma kütüğünün inlemesini anlayamamasını ve buna takılıp kalmasını sitem ve istihza dolu bir tarzda kendi üslubunca eleştirir.

TEDAVİ OLUN
İslam hastalıkta şifa için tıbbın gereğini yapmamızı emreder. Hz. Peygamber, "Ey Allah'ın kulları! Tedavi olun. Çünkü Allah, yarattığı her hastalık için mutlaka bir ilaç ve şifa yaratmıştır" buyurur. Her hastalığın mutlaka şifası, ilacı bulunacaktır. Ölüm hariç elbette.
Tedavide illa ki Müslüman doktor bulmak zorunda değiliz. Bu konuda da ufku sonsuz olan Hz. Peygamber bizim örneğimizdir. Şu hadiseyi aktarabilirim:
Sa'd bin Ebu Vakkas anlatıyor: Hastalanmıştım. Efendimiz ziyaretime geldi. Elini göğsüme koydu. Serinliğini kalbimde hissettim. Sonra şöyle buyurdu: Sen kalbinden rahatsızsın. Sakif kabilesinden olan Haris bin Kelede'ye git. Çünkü o iyi bir doktordur. Ona tedavi ol (İbn Esir, 1, 413).
Bu kişinin Müslüman olduğuna dair kesin bir bilgi yok. Buna rağmen Efendimiz'in bazı sahabeyi ona tedaviye gönderdiğini biliyoruz. Bu hadise bile Resulullah'ın büyük ufkunu gösteriyor. Adamın biri sordu: "Tedavi için kullanılan ilaçlar, şifa için okunan dualar hakkında ne dersiniz? Bunlar kaderi değiştirir mi?" Efendimiz cevap buyurdu: "Bu saydıklarınız da Allah'ın kaderindendir."

KUŞLUK NAMAZI
Fıkıh literatüründe güneşin doğmasından sonra yarım saat geçince içinde bulunan zamana "kuşluk zamanı" denir. Bu zaman diliminde en az iki rekât namaz kılmak sünnet sayılmıştır. On iki rekâta kadar da kılınabilir. Bu süre güneşin doğuşundan yarım saat sonra başlar. Öğleden yarım saat öncesine kadar devam eder.

EN HÜZÜNLÜ EZAN
Hz. Peygamber'in müezzini olan Hz. Bilal, Efendimiz'in vefatından sonra ezan okumaz, hatta okuyamaz olmuştu. O'nsuz Medine ona dar gelmeye başlamıştı. Hz. Ebu Bekir Efendimiz'e müracaat edip uzaklara gitmek için izin istedi. Hem din yolunda mücadele edecek hem de İslam'ı anlatacaktı. Belki Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz'i tanıtacaktı. Ama izin çıkmadı. Hz. Ebu Bekir onu yanından ayırmak istemiyordu.
Nihayet Hz. Ömer zamanında izin alabildi. Şam'da soluğu aldı. Orada oturmaya başladı. Bir gece Efendimiz'i rüyada gördü. Efendimiz ona, "Nedir bu ayrılık ey Bilal! Beni ziyaret et" buyuruyordu. Uyandı, uzun uzun ağladı. Ertesi gün yola koyuldu. Meşakkatli bir yolculuktan sonra Medine'ye, aşkın başkentine vardı.
Hz. Hasan ve Hüseyin'le kucaklaştı. Gözyaşları döküldü. Ona ısrar ettiler. "Ezan oku" diye. Israr edilince bir sabah vakti ellerini kulaklarına koydu. Ezan okumaya başladı. O ses, herkese tanıdık gelmişti. Yaşlı sahabiler, Efendimiz'i göremeyenler, kadınlar, erkekler velhasılı bütün Medine halkı sabah namazı vakti yollara döküldü. Medine sanki mahşer yeriydi. Efendimiz'in hatıraları canlanmıştı. Sanki Efendimiz mihraptaydı, sanki cemaat hazırdı ve sanki birazdan cemaat namaza başlayacaktı.
Hz. Bilal ne zaman ki "Eşhedu enne Muhammeden Resulullah" (Şehadet ederim ki Muhammed, Allah'ın Resulüdür) sözüne geldi, devam edemedi. Hıçkırıklara boğuldu. Resulullah sanki huzurunda idi. Sanki "Haydi Bilal oku" diyordu. İşte böyle bir andı. Medine ağlıyor, Bilal ağlıyordu. Bilal artık ezanın her bölümünü hıçkırıklarla bitiriyordu. Mescid-i Saadet tıklım tıklımdı. Bilal bundan sonra hiç ezan okumadı.
Tekrar Şam'a geri döndü. Efendimiz'in gömülü olduğu yerde fazla kalmak istemedi. Denilir ki, 641 yılında Şam'da vefat etti. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.

NAMAZA BAŞLAYIP BIRAKIYORUM. TAMAMEN Mİ TERK EDEYİM?
Namazı ne kadar kılabilirsen senin için iyidir. Beş vakit namaz farzdır. Elinden geldiği kadar ihmal etme. Hepsini kılamıyorsan da ne kadarını kılsan senin için kârdır. Sakın terk etme.
Dizimde platin var. Tam eğilemiyorum. Ne yapayım? Ayaklarınızı kıbleye doğru uzatın ve namazınızı öyle kılın. Secde için belinizi biraz öne eğmeniz yeterli olur.
Sadece Fatiha Suresi'ni biliyorum. Ondan ötürü de namazı kılamıyorum. Sadece Fatiha ile dahi namaz kılabilirsiniz. Ama bu arada birkaç sure de öğrenin. Rükû ve secdede Allah'ı anmanız yeterli olur. Ayaktayken de Fatiha okuyun.
Bayanım. Deterjan ürünleri satıyorum. Sakıncası var mı? Ticaret yapmanın ne sakıncası olacak? İhtiyacınız varsa elbette deterjan ürünü satarsınız. Yeter ki ticaret için gereken kurallara uyunuz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA