Medine'de en sevilen ve tanınan Peygamber dostlarından biridir Osman bin Maz'un. Bir gün kendince bir karar alır. Eşinden uzaklaşır, çarşıyı pazarı, insanları terk eder. Üstüne başına sade bir giysi alır ve bir odaya kapanır. O artık 24 saatini ibadet ve zikirle meşgul etmek niyetindedir.
Eşi ise bundan rahatsızdır. Zira Osman (RA) onu da terk etmiştir. "Benim kadınla-eşimle işim yok artık" demiştir. Karısı bu meseleyi Efendimizin eşi olan Hz. Aişe'ye zarif ve edepli bir şekilde iletir: "Osman bizi terk etti. Kendini ibadete adadı. Artık 24 saat sadece ibadet yapıyor. Bu nedenle ben de üstümü başımı eşim için süslemiyorum." Aslında, Osman bin Maz'un'un hanımını bakımsız gören Hz. Aişe bunu sorgular da mesele ondan açılır. Hz. Aişe, Osman'ın eşine, "Ne bu halin? Eşin seni bakımlı görmek ister" deyince kadın durumu anlatır.
Hz. Aişe, meseleyi Hz. Resulullah'a aktarır. Bu tavrın doğru olup olmadığını öğrenmek ister.
Hz. Peygamber, Osman bin Maz'un isimli arkadaşının bu kararını hoş karşılamaz. Rahatsız olur ve Osman'ın kendini soyutladığı adresi sorar. Öğrenince de gidip kapıyı çalar. Osman bin Maz'un, yukarıdan "Kim o?" deyince de "Muhammed" cevabını verir. Hz. Osman hızla aşağı iner. Heyecanla kapıyı açar. "Buyurun Allah'ın Resulü, şeref verdiniz. Onurlandırdınız" der.
Efendimiz ise içeri girmez. Şöyle der çok sevdiği Osman bin Maz'un'a: "Osman, bu odayı terk et ve insanların içine katıl. Unutma ki eşinin senin üzerinde hakkı var. Bedeninin senin üzerinde hakkı var. İbadet et ama dinlen, uyu, yemek de ye. Hayata katıl. Ben apaçık bir dinle gönderildim. Bana inen dinde ruhbaniyet -hayattan soyutlanıp dağlara çekilmek- yoktur. Ben güzel örnek değil miyim? Eşimle, çocuklarımla ilgilenirim, ibadeti yaparım. Uyurum da, yemek de yerim."
Efendimiz, Osman'ı soyutlandığı dünyadan İslam'ın "Hakkını verin" dediği gerçek hayata katar. Bu hayatta İslam'ın ölçülerini aşmadan, şaşmadan.
İlginç olan şu: Dün hayattan ibadete soyutlanıyorlardı. Dünyayı bırakıp ahirete yöneliyorlardı. Bugün ise ibadeti bırakıp hayata soyutlanıyor insanlar. Ahireti düşünmüyor, sadece gününü gün etmeye çalışıyoruz. İnsanlar; adaleti, hakkaniyeti, vicdanı, ahireti, teraziyi ne az hatırlar oldular.
***
KUR'AN SİZİ ANLATIYOR
Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler).
Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.
Ve şöyle derler: Rabbimiz, cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.
Orası cidden ne kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir.
(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.
Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar.
Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahının cezasını bulur.
Kıyamet günü azabı kat kat artırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır.
Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır.
Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Kim tövbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.
(O kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.
Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında ise onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.
(Ve o kullar) "Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl" derler.
İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.
Orada ebedi kalacaklardır.
Orası ne güzel bir yerleşme ve ikamet yeridir.
(Resulüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar!
Size Resul'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!
(Furkan Suresi, 63-77)
TÜCCARIN DOĞRUCUSU
Şöyle buyuruldu: "Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberler, sadıklar ve şehitlerle beraber haşrolur" (Tirmizi, 1209).
EVDEN ÇIKARKEN UNUTMA
Hz. Peygamber'imiz şöyle buyurdu: "Evinden çıkarken 'Bismillah! Tevekkeltu ale'llah. La havle vela kuvvete illa billah' (Allah'ın adıyla. Allah'a güvenip yanaştım. Güç, kuvvet, kudret sadece Allah'a aittir) diyen kişiye şöyle cevap verilir: Sen artık rahatça işine bak. Sana hidayet verildi. Korundun. Bu sana yeter" (Tirmizi, daavat, 3422).
CENNETE GİREMEZSİN
Efendimiz (SAV) buyurdu: "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız" (Müslim, Tirmizi).
'ALLAH HER YERDEDİR' DİYORUZ, BUNU NASIL ANLAYALIM?
Öncelikle yüce Allah'ın zatı hakkında konuşmak mümkün değildir. O'nun varlığının şekli hakkında bir fikir beyan etmek mümkün değildir. Zira O, düşüneceğiniz, hayal edeceğiniz her türlü şekilden ayrı ve gayrıdır. Biz O'nun yüce varlığını sıfat ve esmasıyla biliyoruz. Bu sıfatlardan biri de Allah'ın zaman ve mekân üstü olmasıdır. Zira mekân ve zaman yokken de o vardı. Mekânı, zamanı, varlığı, evreni o yarattı. Yarattığı bir şey ile -âlem, cevher, varlık- sınırlanması mümkün değildir. Biz O'nun her yerde olmasını; gücü, kudreti, hâkimiyeti, bilgisi, görmesi, işitmesi ile her yere tecelli etmesi olarak anlarız.
Camilere neden "Allah'ın evi" diyoruz? Bu tanımlama da mecazi anlamda bir ifadedir. Kâbe için de "Allah'ın evi" diyoruz. Allah'ın eve barka ihtiyacı yoktur. Allah'ın evi demekle biz şunu kastediyoruz: "Buraya minnetsiz girin. Burası dokunulmazdır. Buraya girince kendinizi özgür ve güvende hissedin. Kimseye buraya girmenizden dolayı hesap vermek zorunda değilsiniz. Burada çirkin bir iş yapmayın, yaptırmayın. Burası -yani camiler- kimsenin malı mülkü değildir. Herkesin ortak kullanım alanıdır."