Hz. Adem'den son peygambere kadar ilahi kitaplar, sahifeler indirildi. Peygamberler Allah'ın razı olduğu dini anlattılar. Son peygamberin gelmesiyle de ilahi vahyin kapısı kapandı. Son peygamber geldi.
Artık kitap inmeyecek, peygamber gelmeyecek.
Peki Allah neden razı oldu. Bu da apaçık Kur'an'da belirleniyor. "Allah katında makbul din İslam'dır." (Maide, 3) deniyor. Ayetin bir kısmını tekrar görelim. "... Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslamiyet'ten razı oldum." (Maide, 3) (Bu ayet Kur'an'da son inen ayetlerdendir bazı alimlere göre.) Bize düşen de bunu böyle kabul edip "Dini Allah'a has kılma yolunda adım atmaktır." (Araf, 29) İçine şirk bulaşan, beşerin müdahalesine bulaşmış, asli hüviyetinden uzaklaştırılıp bid'at ve hurafe ile takdim edilen hiçbir yol Allah tarafından kabul görmez. Hamd olsun ki, Kur'an ve sahih sünnet bu zafiyetlerden uzaktır.
Zira Allah'ın katında kıyamete kadar yegane dinin İslam olduğu apaçık belirtiliyor. (Ali İmran, 19) Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir. (Ali İmran, 85) Bu ayetlere iman eden insanlar olarak bizlere de O'na tabi olarak yaşamak yakışır.
(Bakara, 132)
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Evrenin sahibi kuralı koyar
Bütün varlığın sahibi Yüce Allah'tır. O neyi gönderdiyse ona tabi olmak zorunluluğu vardır.
Gönderdiği son peygamber ve son kitap ortada. Bunun dışında bir yola tevessül eden boşa kürek sallamış olur.
Hayat din ile anlam kazanır. Din olunca dünyanın da ahiretin de düzeni, intizamı, değeri, kıymeti tadı olur. Şöyle bir düşünün: Günde 85 bin veya -hadi inelim- 40 bin defa nefes alıp veriyoruz. Yani Rabbimiz bize bir günde 45 bin defa hayatımızı bahşediyor. Lütfediyor.
Nefes alamazsan ölürsün, veremezsen ölürsün.
Peki ne bu gaflet, büyüklenme, kibir, azamet ve hodbinlik.
Bizler nimet içindeyiz. Farkında değiliz.
Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız saymakla bitiremezsiniz. (Nahl, 18) Yanlış insanların peşinden gidiyoruz. Hz. Resulullah açık ikaz ediyor. "Kimi severseniz onun üzerindesiniz."
İnsan olarak çok çabuk aldanıyoruz. Ufak bir hesaba kanıyoruz. "Kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatan ne, ey insan? Halbuki seni yaratan O. Seni ölçü ve ahenk içinde düzene koyan O.
Sana dilediği gibi şekil veren O." (İnfitar, 6-8) Muhteşem evreni görüp sahibini arayacağımıza herhangi bir müflisin peşinde hayatımızı tüketebiliyoruz.
Allah bizden ne istiyor?
Rabb olarak Allah'ı, Peygamber olarak Hz. Muhammed'i (s.a.v.), din olarak İslam'ı kabul etmemizi istiyor.
(Müslim, Salat, 13: İbn Mace, Ezan, 4) Başka ne istiyor: O'na kulluk etmek, namazı kılmak, zekatı vermekle emrolunduk. (Beyyine, 5) Yüce Rabbin istediği çok değil.
Beni tanıyın, peygamberimi yoldaş edinin, kitabımı anlayın, merhamet edin, kandırmayın, aldatmayın, kötülük yapmayın, küfretmeyin, ifsad etmeyin, iyi ve vicdanlı olun. Haram yemeyin, kul hakkına el uzatmayın. İstenen şeyler aklın ve vicdanın istediği şeyler aslında.
Bu işin sonu ne olacak?
Allah'a bağlı bir hayatın sonu ne mi olacak.
İşte Kur'an cevap veriyor. 'Ey mutmain (ergin) nefis! Rabbine dön. Sen O'ndan razı olarak.
Kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr, 29) Ahirette bize şöyle denecek:
"Size selam olsun. Yapmış olduğunuz (salih) amellere karşılık cennete girin.
(Nahl, 33)" Peki biz cennette (inşallah) buna karşılık ne diyeceğiz. İşte Kur'an bunu da bildiriyor:
Oradaki duaları 'Rabbimiz sen yücesin', oradaki selamlaşmaları 'Selam' ve dualarının sonu da 'Evrenin Rabbi Allah'a övgüler olsun' olacak. Duaların sonu. Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a olsun. (Yunus, 10)
***
EINSTEIN: TANRI ZAR ATMAZ
Albert Einstein bu sözü, bir atomun içindeki parçacıkların tesadüfi bir şekilde hareket ettiğine dair laboratuvardaki gözlemlere ve tezlere karşı kullanmıştır. Yani Einstein evrendeki kaosu kabul etmiyor ve bir atomun içindeki parçacıkların düzensiz şekilde hareketini reddediyordu. Bu evreni idare eden sonsuz bir kudret var. Ve elbette o kudret Yüce Allah'tan başkası olamaz.
MEVLANA VE GECE ADAMI
M evlana kamil -olgun- insanların ne denli azaldığını şu örnekle belleğimize kazır:
Bir gece vakti evimden dışarı çıktım. Kırlarda geziyordum. Bir adamcağızı gördüm. Elinde fenerle dolaşıyordu.
Bu gece karanlığında ne arıyorsun diye sordum.
Adam bana 'İnsan arıyorum' cevabını verdi.
Ona dedim ki:
"Yazık. Boşuna yoruluyorsun. Ben yurdumu terk ettim de yine onu bulamadım. Sen git evine, yat. Rahatına bak. Boşuna arıyorsun.
Onu hiçbir yerde bulamayacaksın." Adamcağız bana acı acı baktı:
"Bulamayacağımı ben de biliyorum. Ama yine de aramaktan zevk alıyorum."
MEVLANA'DAN
Bir gönül al ki, haccı ekber olsun. Merhem ol, sakın diken olma.
İNSANI AZİZ EDEN KALBİDİR
Efendimiz şöyle buyurdu: "Ebu Bekir'i sizden üstün kılan çok namaz kılması, çok oruç tutması değildir. Ebu Bekir'in size üstünlüğü kalbinde bulunan bir şeyden dolayıdır. Kalbinde bulunan Allah'ı tazimidir. Allah ile yakınlık kuran mümin kendini hiç darda hissetmez."
GÖZÜM UYUR GÖNLÜM DEĞİL
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Benim gözlerim uyur ama gönlüm, kalbim hiç uyumaz." Esas özür gözde değil gönüldedir. Gözü görmeyenin sıkıntısı bu alemle ilgilidir. Ama gönlü, kalbi kör olanın sıkıntısı iki cihandadır. Kişi her daim uyanık olmalıdır. Kalbi her türlü nefsi şeytani vesveseye karşı zinde olmalıdır. Gözünün uykusuna, gafletine hakim olamayabilirsin ama gönlünün uykusuna, gafletine hakim olabilirsin.
Hac suresinin 46. ayeti şöyle açıklıyor bu hakikati
- Gerçek şu ki, kör olan gözler değildir. Kör olan göğüslerde olan kalplerdir.
ULAŞILMAZ CÖMERTLİK
Medine'ye yakın Cirane bölgesi. Efendimiz (s.a.v.) gelen malları taksim ediyor. Safvan büyük bir hayranlıkla mallara bakıyor. Peygamberimiz bu bakışın farkında. Başını kaldırdı ve sordu: 'Çok mu hoşuna gitti bu mallar.' Evet diyor Safvan. Elini mallardan çekiyor. 'Al, sırtla ve götür. Hepsini sana verdim.' Safvan'ın dehşet içinde dudaklarından şu cümle dökülüyor: Ancak bir peygamber bu kadar cömert olabilir...
CEMAATLE KILINAN FARZ NAMAZLARIN AKABİNDE YAPILAN TESBİHATIN TEK BAŞINA YAPILMASI CAİZ MİDİR?
Peygmberimizin ezan ve kamet okuyan müezzinleri vardı. Hz. Bilal, Ebu Mahzura, S'ad Kurazi, İbn Ümmü Mektum bunlardandı. Namazlardan sonra bu müezzinlerin tesbihatı yüksek sesle -cemaat halinde- okudukları hakkında pek bir rivayet bulunmuyor. Genellikle cemaat camiden çıkarken kendileri tesbihat yaparlardı. Tesbihat dediğimiz, 33 defa Sübhanallah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa Allahu ekber lafzıdır. Ancak sahabeden sonraki dönemlerde bilmeyenlerin de katılımını sağlamak için müezzinler yüksek sesle tesbihatta bulundular. Bu da faydalı ve gerekli bir uygulamaydı. Bu uygulamada cemaatin faydasına bir niyet vardır.
Kişi farz namazdan sonra dilerse kendi başına, dilerse cemaat halinde bu tesbihatı yerine getirebilir.
Mahallemizde vefat olayı olduğunda sala okunuyor. Bunun dini bir kaynağı var mı?
Öncelikle minarelerden peygamberimize övgü içeriği olan güzel sesle söylenmiş olan salanın büyük bir kabul gördüğünü söylemeliyiz.
Bu salanın anlamı özetle şudur: Salat ve selam sana olsun ey Allah'ın elçisi. Ey Allah'ın seçkin kulu. Geçmiş ve gelecek insanların en hayırlısı. Salat ve selam bütün geçmiş peygamberlere olsun. Bütün hamd, sena, övgü Yüce Allah'a aittir. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) salat - övgü - getirilmesi Kur'ani bir emirdir. (Ahzap Suresi, 56. Ayet)
Gerek cuma namazı öncesi, gerek cenaze namazı öncesi sala okunması; bu toplumun nabzını tutan, onlara ibadeti hatırlatan, ibadete teşvik eden, insanın kendisini sorgulama şansı veren güzel bir uygulamadır. İnsanlar minareden yükselen bu tebliğ ve daveti gönül heyecanı ile karşılamaktadır.
Ayrıca Hz. Peygamber döneminde Habeş Kralı Necaşi vefat ettiğinde Peygamberimiz bunun duyurulmasını Hz. Bilal'e emretmiştir. Medine halkı, Hz. Necaşi'nin vefat ettiğini buradan duydu ve gıyabi cenaze namazını kıldı.
Umumun menfaatine olan, irşad ve tebliğ unsuru sayılan, ölümü ve sorumluluğu hatırlatan bu tür uygulamalara bid'at yaftasını yapıştırmak uygun değildir.