Dostun derdiyle dertlenmek vefalı insanın işidir. Dostun giydiği, yediği ve harcadığı ile değil; dostun yüzüne sinmiş olan nur veya üzüntüye odaklanmaktır dostluk. Yüzü doğan güneşi mi, batan grubu mu andırıyor, buna odaklanmaktır dostluk.
Hz. Ebu Bekir, sevgili Resul'ün gül çehresine dökülmüş gümüş renkli saçlarına takılınca sormadan edemedi; 'Saçınız ve sakalınız ağarmış' ey Allah'ın elçisi?
Dağlar ağırlığındaki vahyin sorumluluğuyla dolu dolu olan Resulullah (s.a.v.) buyurdu:
"Saçımı ve sakalımı; Hud, Mürselat, Vakıa, Nebe ve Tekvir sureleri ağarttı." Sesindeki hüzün, soru soran dostun gönlündeki haşyeti bin kez artırıyordu.
Bu surelerde 'dosdoğru olmak' emrediliyor ve kıyametin dehşetinde çocukların bile saçlarının bir anda ağaracağına işaret ediliyordu.
Efendimizin saç ve sakalına sinmiş belki yirmiye yakın beyaz tel ve çocukların simsiyah saçlarını ağartacak dehşetli bir gün.