Yıllardır Filistinli gençler, çocuklar, kadınlar hunharca bir gücün kurbanı oluyorlar. Sadece ellerindeki taşlarla büyük bir güce karşı yürüyorlar. Taş atıyorlar. Ellerinde sadece taş var.
Taşın sembolik bir anlamı var elbette. Hz. Davud, Talut'un ordusunda savaşırken sapanına koyduğu taşla Calut gibi bir canavarı, bir devi öldürdü. Kur'an bunu anlatır.
İyi de Filistinli çocuklar Davud değiller -yürekleri Davud olsa da-; karşıdaki Calut değil! Calut çift gözlü bir canavar, bugünkü modern silahlar bir sapanla gücünü yitirmez.
Hepimiz o minnacık avuçların fırlattığı taşların ne anlama geldiğini elbet biliyoruz. Davud yürekliler deyin, dilerseniz Mina'daki şeytan taşlamaya benzetin.
Sakın bu sözlerle Filistin için direnen büyük mazlumları, onurlu kahramanları küçümsediğim zannedilmesin. Bizi utandıracak bir direncin isimsiz yiğitleri onlar.
Ama daha iki gün önce 150'si şehit oldu, 1500'ü yaralı. Onlarla biz de yaralanıyoruz. Öfkeleniyoruz. Şiddet, kan, nefret ve kinle bulanmış bir coğrafyaya niçin mahkûm olalım?
Diplomasi, caydırıcı güç, teknik imkânlar, Müslümanların birliği, ortak bir irade olmadan taş ancak yaralar. Sonuç olmaz. Artık sonuca odaklanmalıyız. İnsanca, eşitçe bir yaşam hakkına...
Ahir zamandır, Malhame-i Kübra gibi gaybi okumalardan da vazgeçelim. Biz yarını beklemiyoruz. Bugünü yaşıyoruz.
Günler geçiyor. Her gün daha kötüsü oluyor. Büyük imkân sahibi olan Arap kardeşlerimiz neden çağa uygun, şartlara uygun yeni çözümler üretmek için kıllarını kıpırdatmıyorlar Filistin için. Sadece taş atmakla keşke sonuç alınsaydı.
Ama biz her gün bir Elif'in bir Abdüssamet'in cansız vücudunun sedyeyle toprağa götürülmesine şahit olmaktan utanıyoruz.