Geride bıraktığımız 12 günün sonunda gördüm ki, Türk toplumu ikiye ayrılıyor. Öyle siyasi görüş üzerinden yaşanan bir kutuplaşmayı falan kastetmiyorum. İnsanlık üzerinden yaşanan ayrışmayı anlatmaya çalışıyorum. Bir yanda acıyı ta içinde hisseden ve elinden gelen ne varsa yapmaya çalışanlar vardı. Diğer yanda ise kin, nefret, yalan kusarak bunu sabote etmeye çalışanlar.
Neyse ki birinci grup çoğunluktaydı. Tek yürek halinde direnç göstermeye çalışan bu vatandaşlar içinde her tür insan vardı. Vatandaş ve kardeş olmanın bilinciyle arama kurtarmalara katıldılar. Yardım yaptılar. Erzak dağıttılar. Hiçbir şey yapamadılarsa dua edip gözyaşı döktüler. Kim mi bunlar? Zenginiyle fakiriyle, sağcısıyla solcusuyla, genciyle yaşlısıyla bu ülkenin evlatları. Ancak birlik ve beraberlikle ayağa kalkabileceğimize inanmış milyonlar.
Ama bir de ikinci grup var ki, Allah hepimizi şerrinden korusun. Bunlar korkunç bir felaketi fırsata dönüştürmek istercesine devlete ve millete saldırdılar. Yalanlar ürettiler. Örgüt eliyle yalanlarını yaydılar. Sahte duyarlılık gösterileri yaptılar. Enkazların üzerinde tepindiler. Kim mi bunlar?
Bunlar ilk günden beri felaket tellallığı yapanlardır. Bunlar sahte ihbarlarla arama kurtarma faaliyetlerini çökertmeye çalışanlardır. Sahte ihbarları örgütlü biçimde yayanlardır. Yağma haberlerini kasten köpürterek kamu düzenini yıkmaya çalışanlardır. Arama kurtarma faaliyetinde çalışan Türk evladını Suriyeli yankesici diye suçlayanlardır. Kumbarasından çıkan yüz lirasını bağışlayan çocuklarımız kadar bağış yapamayan sermayedir. "Sarıklılar, cübbeliler nerede?" diye kin kusanlardır. "Devlet sahipsiz" diye provokasyon yapanlardır. Sükûnet, birlik, beraberlik telkin edenleri bile linç etmeye çalışanlardır. Bunlar "Allahu ekber" nidalarından rahatsız olanlardır. Bunlar kendini bu ülkeye ait hissetmeyenlerdir. Gezi olayları esnasında, "24 saat daha direnirsek NATO müdahale edecektir" diyenlerin ta kendisidir.
Bunların temel sorunu, kendilerini bu toplumun parçası olarak görmemeleri. Toplumun dini ve kültürel değerlerinden nefret ediyorlar. Toplumu aşağılamaktan keyif alıyorlar. Toplumun metanetine bile gıcık oluyorlar.
Evet bu tür tipler azınlıkta. Fakat azınlıkta da olsalar sayıları çok fazla, dahası örgütlüler ve sesleri de herkesten çok çıkıyor. Her zor günümüzde aynı yöntemlerle toplumsal düzenimize saldırıyorlar.
Önümüzdeki dönemde ne olur hep beraber göreceğiz. Deprem sonrası yaralarımızı ne kadar kısa sürede sarabiliriz? Göreceğiz. Bu depremden dersler çıkartabilecek miyiz? Onu da göreceğiz. Ama acilen ilgilenmemiz gereken bir derdimiz var.
Toplumumuza bu kadar düşman olan bir kitleyle bu ülkede nasıl yaşayacağız? Çok temel bir soru. Her türlü kriz anında tozu dumana katmaya çalışan, toplumsal değer ve hassasiyetleri umursamayan, hatta bunu baltalamak için örgütlenen, kısacası hepimize düşmanlık eden bir kitle var karşımızda. Bununla nasıl başa çıkacağız?
Atamazsınız, satamazsınız. Asla öyle bir şey de kastetmiyorum. Yargılayarak, tutuklayarak bitiremezsiniz. Onu da söylemiyorum. Ama çözmemiz gereken en acil sorunlardan biri olduğunu düşünüyorum. Bu grupları Türk toplumuna nasıl entegre edeceğiz? Bu toplumun derdiyle dertlenecek, sevinciyle sevinecek bir hale nasıl getireceğiz? Aslında tam ifadesiyle bu topluma yabancılaşmış bu insanları tekrar topluma nasıl kazandıracağız?
Bunlara kafa yormak zorundayız. Çünkü buralı olmasalar da buradalar. İçimizdeler ve tehlikeliler. Çözmek zorundayız. Tıpkı bir yabancı toplumu Türk toplumuna entegre etmenin yollarını düşünür gibi düşünmeliyiz. Araştırmalıyız, çalışmalıyız. Bu kadar düşmanla yaşamak kolay değil zira. Şapkayı önümüze koyup bunu ciddi ciddi düşünmeliyiz. Aksi takdirde içeride hiçbirimiz hiçbir zaman güvende olmayacağız.