Toplumun büyük çoğunluğunu asla temsil etmeyen sosyal medya provokatörlerini bir kenara bırakacak olursak aslında deprem esnasında büyük ve oldukça başarılı bir insanlık sınavı verdik. Deprem bölgesine millet olarak kilometrelerce uzunlukta yardım TIR'ları gönderdik. Sahaya yüzlerce dernek sürdük. Bu derneklerin çok büyük bir kısmı sadece yardım götürmedi. Arama kurtarma çalışmaları yürütecek kadar hazırlıklıydı. İHH, İnsan Vakfı, Beşir Derneği, Diyanet Vakfı, İDDEF, İsmailağa, Bülbülzade, Sadakataşı, Fetih, AGD, İFAM, TÜGVA, İlim Yayma, Ensar, Deniz Feneri, KADEM, Hayrat Vakfı ve daha yüzlercesi.
Türk toplumu insani yardım işini ne kadar önemsediğini ve başarılı biçimde yapabileceğini gösterdi. Aksaklıklar bu tür kriz dönemlerinde tabii ki olur. Ancak genel olarak sivil toplumun dünyada eşine az rastlanır bir iş yaptığını söyleyebiliriz. Türkiye hep zayıf bir sivil toplum örgütlenmesine sahip olarak tarif edilirdi. Bunun doğru olmadığını gerçekten güçlü bir sivil toplum yapılanmasına sahip olduğumuzu hepimiz gördük.
Süreç esnasında bizi en rahatsız edenlerin başında tabii ki sosyal medya kaynaklı yalan haberler geliyordu. Ve bunların büyük bir kısmı örgütlüydü. Bu şartlar altında bile bence toplum sinirlerine hâkim olmayı, birlik ve beraberlik duygusunu korumayı başardı.
Ancak bir şeyin altını çizmek lazım. Özellikle sosyal medya üzerinden kriz koordinasyonu yaptığı iddiasıyla ortaya saçılanlar sanırım sürece en fazla zarar verenlerdi. Enkaz altında bulunduklarını iddia ettikleri kişilere dair teyit edilmemiş bilgileri sürekli paylaştılar. İçişleri Bakanı bu ihbarların kontrol edildiğini fakat birçoğunun asılsız çıktığını söyledi. Korkunç bir durum. Arama kurtarma ekipleri bu tür yanlış ihbara koşturmak zorunda kaldığında kim bilir kaç gerçek adrese yetişme sorunu yaşadı? Bu tür ihbarların toplumu nasıl terörize ettiğine girmiyorum bile. Bu tür kişi ve grupların defalarca afişe olmasına karşın kendilerini duyarlı vatandaş maskesi altına gizlemeleri ise baştan aşağı tiksindiriciydi.
Şahsım adına bir şeyi çok net bir şekilde öğrendim. En kötü koordinasyon bile çoklu koordinasyondan iyidir. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Bu işleri koordine etme yetkisi olan kurum, kuruluş ve kişiler var. Onlar sahada sürekli stratejik tercih yapmak zorundadır. Mesela, arama kurtarma ekiplerinin öncelikle hangi şehirlere, hangi mahalle ve hangi sokaklara yönlendirilmesi gerektiğine dair hayati kararlar alınır.
Sadece stratejik değil ahlaki kararlar bile verilir. Mesela en yakındaki beş kişinin kurtarılması mı yoksa daha uzaktaki 100 kişinin öncelenmesi mi gerektiği başlı başlına ahlaki sorumluluklar gerektiren kararlardır. Yardımların yerine ulaşması için kaç TIR'ın hangi bölgeye sevk edilmesi gerektiğine dair öncelikler belirlenir. Yığılmaları engellemek ve depremzedelerin bu yardımlara kolayca erişimini sağlamak gecikse bile ancak sistemli bir koordinasyon sayesinde olabilir.
Sizin sosyal medyada sorumsuzca "Şurada bir canlı var oraya gidin", "Burada su eksik oraya koşun" gibi insani sorumluluğu aşıp şamataya varan davranışlarınız işte bütün koordinasyonu berbat eden bir sorumsuzluktur.
Para toplarsınız. TIR gönderirsiniz. Birincil kaynaktan aldığınız haberi arama kurtarma ekiplerine veya görevlilere tabii ki iletebilirsiniz. İyi de yaparsınız. Bunların hepsi sivil toplum çalışmalarına uygundur ve olması gerekendir. Ancak kerameti kendinden menkul grupların "Kriz koordine ediyoruz" demeye kalkışması en basit tabirle işgüzarlık en ileri ifadesiyle sabotajcılıktır. Aslında hepimiz biliyoruz, bunların kimler olduğunu. Bir kısmı kendilerine İstanbul'un korunaklı ortamında sözüm ona kriz yönetim merkezi kurmuş, önlerinde bilgisayarları, ellerinde kahveleriyle kriz yönetiyormuş. Hatay'da baraj yıkıldı asparagasını işte böyle bir grup sahneye sürdü.
Ama dediğim gibi, bu tipleri sürekli konuşmak zorunda kalmak belki de bu millete ve bu milletin sahaya sürdüğü sivil toplum kapasitesine büyük bir haksızlık oluyor. O nedenle kısa kesiyorum. "Allah hepimizi iyilerle beraber yazsın" demekten başka bir şey elimden gelmiyor.