Dün bir masada oturmuş bir arkadaşı bekliyorum. Çayımı içerken etraftan ister istemez bazı konuşmalar kulağıma çarpıyor. Yan masada iyi giyimli ve bol makyajlı iki abla oturuyor. Kendi aralarında koyu bir sohbete dalmışlar. Birkaç isim ve kavram duyunca ilgisiz kalamadım.
Önce Türk siyasetini hallettiler. Bildik ama yalan yanlış ne kadar hikâye varsa hepsini arka arkaya sıralayıp birbirlerini onayladılar. Kendilerinden emin ve bilmiş bir tavırla başka hiçbir hikâyenin var olmayacağına o kadar inanmışlar ki, hayretim bir kat daha arttı.
Ama iş burada da kalmadı. Onlar sohbetin çerçevesini genişlettikçe benim de şaşkınlığım daha da arttı. Bir şekilde konu Süleymani suikastına geldi. Onu da hızla çözüverdiler. Meğerse "adamı İran ve Amerika beraber öldürmüş." Neden mi? Çok kolay. Çünkü adam "dinciymiş." Ben "dinci" kavramının bu ablaların kafasında nereye oturduğunu veya kimin dinini kast ettiklerini anlamaya çalışırken bir bomba daha geldi. "Zaten Ukrayna uçağını da Ukraynalılar vurmuş. Çünkü Ukraynalılar da zaten Amerikancı'ymış."
Burada durdum. Kulaklarımı tıkadım. Hatta hafiften bir melodi mırıldandım ki, daha fazla bu muhabbete maruz kalmayayım. Azıcık aklım var onu da kaybetmeyeyim. Arkadaşı falan unuttum. Hesabı ödedim. Alelacele kaçtım.
Sonra da düşündüm. Nedir insanların bu kadar tuhaf şeylere inanmasının sebebi? Dahası bu insanlar neden bu kadar kesin inançlı? Nasıl olur da bütün hikâyeyi "dinciliğe" bağlayabilir? Amerika'yla İran acaba hangi "dincilik" karşısında birleşebilir? Bütün bunları düşünürken Kılıçdaroğlu ve avanesinin muazzam öngörüleri aklıma geldi. "Olsa olsa bu kaynaklardan besleniyordur" dedim. Başka türlü bu kadarı zor. Yoksa insan nasıl olur da bunlara inanır?
İyi de bu insanların başka bilgi kaynağı yok mu? Hani iletişim çağındaydık? Hani artık bilgiye ulaşım çok kolaydı? Hani iletişim imkanları çoğalınca doğru bilgiye erişim daha kolay olacaktı? Hiç de öyle olmadı. Aksine ortada bir kaos var. Ve bu kaosun içinde bilgi aşiretleri var. Ve bu aşiretler gettolara hapsolmuş. Feodal bir sistem yani. Düzenleyici unsur neredeyse yok gibi. Doğrulama mekanizması hak getire.
Ülkemizdeki muhalif kitleler kutuplaşma nedeniyle zaten kendilerini gettolara hapsetmeye dünden razı. Önce sosyal medyada bir yalan çıkıyor. Ardından bu belli gazete ve TV'lere alınıyor. Delilerin kuyulara attığı taşları çıkarmak imkânsız hale geliyor.
Mesela çok basit bir örnek. Bu ülkede TÜBİTAK gibi bir kurumun başına "hayvanat bahçesi müdürünün atandığını" söyleyen deliler bile çıktı. Bu yalan beş yıldır ortalıkta dolanıyor. TV programlarında tekrar tekrar söyleniyor. İşin sınırı yok. Muhalefet partisi lideri "Ukrayna uçağını İran düşürmemiştir ve bu İran'a yönelik psikolojik bir harekattır" dedikten sonra vatandaş "özgür" düşüncede ve zırvalamakta neden sınır tanısın. Kafalar her sabah ve akşam haberlerinde yeniden formatlanıyor. WhatsApp gruplarından uydurma haberler pompalanıyor. Nasıl olsa kontrol edilmiyor. Geldiğimiz nokta ortada. Bilgi feodalizminin Ortaçağ'a özgü karanlık düşüncesi toplumun bir kısmını esir almış. Kilise ne derse o.