İran'ın diplomatik geleneğine dair yapılan tespit ve güzellemeleri hep abartılı bulurum.
Bazen hakaret bazen de hayranlık içeren bu ifadeler gerçekliğe çok yakın değil. Kimileri "acem oyunu" diyerek şeytani bir taraf arar. Kimileri de İran'ın her yaptığını çok başarılı bulur.
Halbuki biraz daha tarafsız bakabilsek İran'ın da tüm diğer ülkeler gibi bazen doğru adımlar attığını ama çok zaman hatalar da yaptığını görürüz. İran'ın sistem dışı bir uluslararası aktör oluşu, davranışlarının ve söylemlerinin daha fazla dikkat çekmesine ve normal kalıpların daha fazla dışına çıkabilmesine neden oluyor.
Bu nedenle de her yaptığında bir şeytanlık aramak alışkanlık haline gelmiş. Halbuki İran elinden geldiğince kendi ulusal çıkarları için mücadele ediyor. Bunu yaparken de çok basit gerçekliklerden hareket ediyor.
Kendisinin sistem dışı bir aktör olduğunun farkında. Dışlandığını ve tehdit edildiğini biliyor. Toplumunu da buna inandırmış.
Askeri ve siyasi zaaflarının farkında.
Güvenlik stratejisini de buna göre belirlemiş.
Konvansiyonel bir saldırıya uğradığında cevap verme kapasitesinin çok düşük olduğunu bildiği için askeri bütçesinin çoğunluğunu füzelere ve milislere yatırıyor.
Milisler yoluyla saldırıyı uzak tutmanın ve başka coğrafyaları karıştırmanın peşinde.
Eğer bu tutmazsa ve doğrudan bir saldırıya uğrarsa füzelerle karşı tarafı yenmeye değil onların canını yakmaya odaklanmış durumda. Milis gücüyle ve füze caydırıcılığıyla zaman kazanırken kendini bütünüyle koruma altına alacak nükleer silah geliştirmeye çalışıyor. Eğer başarırsa artık dokunulmaz olacak.
İzlediği diplomasi çoğunlukla bu düşüncelerin üzerine kurulu. Sistemdeki hiçbir aktöre güvenmiyor ve her seferinde o aktörleri aldatmasının maliyet üretmeyeceğini düşünüyor. Her türlü işbirliği arayışını sabote ediyor. Hatırlayın Türkiye İran'la daha samimi ilişkiler aradığında dahi İran her seferinde ve ilk denemede işbirliğini çökertmekten çekinmedi. Diplomatik olarak bu güvenli bir seçenektir. Sürekli aldatırsanız aldatılma ihtimaliniz de olmaz. Ama o kadar da zekice değildir.
Büyük kazanımlar üretmez. Aksine herkesin çok daha şüpheci yaklaşmasına neden olur. İttifak arayışlarında sorunlar yaratır. Var olanı muhafaza eder ama kendine de bir çıkış yolu sunmaz. İşte belki de bu nedenle İran hala 1979'da takılıp kaldı.
Son krizde ise bu tutarlı pozisyonu bile sürdürmekte güçlük çekiyor. Amerika yüklenmeye başladığında duygusal bir dil ve sembolik hareketlere yöneldi. Halbuki Amerikan tarafının ne istediği çok belli.
Trump bir nükleer anlaşmanın peşinde.
Bunu alana kadar durmayacak gibi. İran 1979'dan bu yana belki de ilk kez karşılıklı güvene dayalı bir işbirliğine Obama ile yaptığı nükleer anlaşma çerçevesinde girmişti.
Ama oradaki kazançlarını da hemen bir yayılmacılıkla tehlikeye attı. Rahatlayınca derhal Suriye, Yemen, Irak ve diğer ülkelerde nüfuz peşine düştü. Şimdi tüm bu maliyete rağmen hepsinden çıkartılması gündemde.
Daha kötü bir nükleer anlaşma ihtimali de var. O da olmazsa Amerika'nın nükleer tesisleri vurma ihtimali bile var.
Kabaca bir bakın bakalım. İran ne kazanmış? Basit bir karşılaştırma yapın. 1979'dan bu yana İran ne kadar yol kat etmiş? Türkiye nereden nereye gelmiş? Demek ki İran o kadar da becerikli değilmiş.