Geçen hafta Donald Trump'ın Cumhuriyetçi Parti başkanlık adaylığı yarışını önde götürmesinin, kitlelerin eksantrik söylemlere gösterdiği ilgiden ziyade, Amerikan siyasetindeki değişimi yansıttığını vurgulamaya çalışmıştık.
ABD siyasetinde yaşanan değişim Cumhuriyetçi Parti ile sınırlı kalmamaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Bernie Sanders'ın Demokratik Parti adaylık yarışını sürdürmesi de siyasette gerçekleşen önemli bir eksen kaymasını ortaya koymaktadır.
Sövme değil övünç etiketi
"Sosyalist" sıfatının karalama amacıyla kullanıldığı, sekiz yıl önce Barack Obama'nın başkanlık kampanyasını, "neden sosyalist olmadığını" açıklayarak başlattığı bir toplumda, "demokratik sosyalist" olduğunu söyleyerek Demokratik Parti adaylık yarışına katılan Sanders'ın gördüğü ilgi, bu partideki "sol" ağırlığın ciddî biçimde arttığını göstermektedir.
"Sosyalizm"i nasıl tanımladığından bağımsız olarak ona aidiyetini gururla vurgulayan bir adayın pek çok eyalette ön seçim kazanması, Demokratik Parti'nin süper delege sistemi olmasa başa baş gidecek bir yarışı sürdürmesi, ABD siyaseti açısından "devrim" anlamına gelmektedir.
Pew Research Center tarafından yapılan kamuoyu araştırması, Amerikalıların çoğunluğunun "sosyalizm"e olumsuz biçimde yaklaşmasına karşılık 18-29 yaş grubu içinde ona olumlu bakanların % 49 gibi geçmişte düşünülmesi imkânsız gibi görünen bir orana ulaşmış olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı yaş grubunda "kapitalizm"e olumlu bakanların oranının % 46 olduğu göz önüne alınırsa bu alanda yaşanan değişim daha iyi kavranabilir.
"Siyasal İslâm"ın tedricen temel düşman haline getirildiği Soğuk Savaş sonrası Amerikan toplumunda "sosyalizm," bilhassa Berlin duvarının yıkılması sonrasında doğan kuşaklar nezdinde ciddî bir algı değişimine uğramıştır.
Buna karşılık yapılan bir Gallup anketi toplumun genelinde başkanlık için "bir Müslüman ya da ateist"e oy verebileceğini belirtenlerin "bir sosyalist"i seçebileceklerini söyleyenlerden fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle yaşanan kapsamlı değişime karşılık "sosyalistlik"i övünç etiketi olarak gören Sanders'ın ana akım siyasetin iki temel partisinden birisinde gösterdiği başarının altı çizilmelidir.
Demokratik sosyalizm
Sanders'ın başarısı genel olarak "yeni sol"un küresel arayışları, özel olarak ise Jeremy Corbyn'in İngiliz İşçi Partisi liderliğine gelişini de doğuran bağlamda değerlendirilmelidir.
Bu çerçevede ele alındığında Sanders, neo-liberalist ekonomik siyasetlere duyulan orta ve alt sınıf tepkisini ABD bağlamında dile getiren bir liderdir. Onun kullandığı söylem ile İskandinav ülkelerinin sosyal güvenlik politikaları ve refah toplumu siyasetlerine yaptığı atıflar ABD'de şaşkınlık yaratmaktadır. Buna karşılık toplumun geneline eksantrik gelebilecek bu söylem Demokratik Parti tabanında ciddî karşılık bulmaktadır.
Rol modeli, üzerine belgesel bir film de hazırladığı Eugene V. Debs olan Sanders, "sosyalist" yaklaşımlarını ana akım siyasete uyduracak törpülemeler yapmaktadır.
Vermont eyaletindeki Burlington şehrinin belediye başkanı seçildiğinde makam odasına Debs'in büyük boy bir resmini asan Sanders, onun "Cumhuriyetçi ve Demokratik partilerin daha doğrusu Cumhuriyetçi - Demokratik Parti'nin sınıf mücadelesinde 'kapitalist' sınıfı temsil ettiği" yolundaki tezinin aksine Demokratik Parti'yi neo-liberalist siyasetlere karşı "sol" alternatifler geliştiren bir yapıya dönüştürmeye çalışmaktadır.
1895'te yasa dışı demiryolu grevi örgütleme suçundan hapis cezasına çarptırılan, Birinci Dünya Savaşı'nın son senesinde ise halkı askere alınmaya karşı çıkmaya teşvik etmesi nedeniyle Casusluk Kanunu'na muhalefetten tutuklanan Debs, radikal bir siyasal çizgiyi benimsiyordu. Sanders böylesi bir radikalizm ile arasına mesafe koymanın yanı sıra "sınıf mücadelesi" yerine alt ve orta sınıfları koruyan, gelir dağılımı adaleti ve sosyal devlet güvencelerini güçlendiren bir toplum tasavvuru geliştirmektedir.
Sanders'ın Büyük Depresyon döneminde Franklin Roosevelt tarafından uygulanan siyasetleri "sosyalist" olarak tanımlaması, gerçekleştirmek istediği sosyal devlet girişimlerinin bunlardan farklı olmadığını savunması ana akım siyasetine uygun bir "sol" geliştirme çabasını yansıtmaktadır.
Nüfûsun % 1'ini oluşturan üst gelir sahiplerinin % 90'ını teşkil eden kitlelerden daha fazla kazandığı, geniş toplumsal katmanların sağlık sigortası olmadan çalıştığı, kadınların ücretli doğum iznine sahip bulunmadığı, asgarî ücretin fazlasıyla düşük olduğu, üniversite mezuniyetinin önemli bir borç yükü altına girilerek gerçekleşebildiği bir düzene eleştiriler getiren Sanders, bunların "sosyal devlet" siyasetleriyle düzeltilebileceğini savunmaktadır.
Bunların ne denli "sosyalist" yaklaşımlar olduğu tartışmaya açıktır. Sanders da "ben devletin üretim araçlarına sahip olmasının zorunluluğuna inanmıyorum; ama Amerika'nın servetini üreten orta sınıf ve emekçi ailelerin ondan âdil paylarını almalarının gerekli olduğunu düşünüyorum" yorumuyla, "demokratik sosyalizm" olarak nitelediği yaklaşımının radikal olmadığını vurgulamaktadır.
İsveç'te dile getirilse "sosyalist" ya da "aşırı" bulunmayacak bu söylemin ABD için fazlasıyla radikal olduğu şüphesizdir. Dolayısıyla dünya kapitalizminin merkezinde uzun süre "hakaret"e uğrama nedeni olan böylesi bir yaklaşımın "iktidar" seçeneği haline gelmesi siyasetteki önemli bir değişimi yansıtmaktadır.
Washington karşıtlığı
1981'de Burlington belediye başkanı olan, 1991 sonrasında ise Temsilciler Meclisi ve Senato'da görev yapan Sanders ana akım siyasetin yabancısı olmayan bir kişiliktir. Buna karşılık Demokratik Parti'de Corbyn'in İşçi Partisi içindeki konumunu andıran, oldukça marjinal bir çizginin savunuculuğunu üstlenen Sanders, çeyrek asırlık Washington deneyimine karşın "yerleşik Washington siyaseti"nin temsilcisi olarak görülmemektedir.
Dolayısıyla Cumhuriyetçi Parti'de Trump'a ivme kazandıran, toplumu değil çıkar grupları ve büyük lobileri düşündüğüne inanılan "yerleşik Washington siyaseti"ne duyulan yaygın tepki, Sanders'ın de yelkenlerini şişirmektedir.
Sanders'ın başkan adayı olamayacak olması, Trump'ın aday gösterilmemesi için de Cumhuriyetçi Parti yöneticilerinin her türlü yolu deneyecekleri gerçeği Amerikan siyasetindeki ciddî değişimin göz ardı edilmesine neden olmamalıdır. Birbirinden son derece farklı bu iki liderin ortak noktası, Cumhuriyetçi Parti'nin daha "sağ" Demokratik Parti'nin ise daha "sol"a kaydığı, ana akım siyasetin ise Amerikan ölçülerinde "radikalleştiği" bu değişimi ete kemiğe büründürmeleridir.