ABD başkanlık seçimi için Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerde süren adaylık yarışı, ülke siyasetindeki önemli bir değişimin görünür hale gelmesini mümkün kılmaktadır.
Sadece ülke içi ve dışında şaşkınlık yaratan ifadeleri ve önerileri nedeniyle değil "genel yaklaşımları"ndan dolayı da "muhafazakâr" olarak tanımlanamayacağı iddia olunan Donald Trump, Cumhuriyetçi Parti adaylık yarışını önde götürürken, kendisine "demokratik sosyalist" sıfatını uygun gören Bernie Sanders, Demokrat Parti içindeki mücadelesini beklentilerin aksine sürdürmektedir.
Bu iki gelişme, Amerikan siyasetinde merkezin değişimi ve "Washington karşıtlığı"nın güçlenmesini yansıtmaktadır. Cumhuriyetçi liderlik ile sağ entelektüelliğin "muhafazakâr" bulmadığı yaklaşımlar partinin tabanından beklenmeyen bir destek görürken, ana akım siyasetin suçlama sıfatı olarak kullandığı bir ûnvanı benimseyen Sanders, Demokrat Parti yörüngesinde ciddî bir değişimin gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Trump neyi temsil ediyor?
Cumhuriyetçi Parti'nin 2008 ve 2012 başkanlık seçimlerindeki adayları John McCain ve Mitt Romney'nin de dahil oldukları ağır toplarının Trump'ın "başkanlığa uygun olmayan ve ülkenin geleceği için tehdit oluşturan" bir şahıs olduğunu vurgulamasına, önde gelen sağ siyaset dergisi National Review'nun 22 tanınmış kamu entellektüelinin yorumları üzerinden onu "Amerikan muhafazakârlığı karşıtlığı" ile suçlamasına karşılık parti tabanının onu desteklemeyi sürdürmesi üzerinde durulması gereken bir gelişmedir.
Önde gelen Cumhuriyetçi entelektüellerin Trump'a yönelttikleri eleştiriler, onun "vülgerliğin ete kemiğe bürünmüş en uç biçimi" olması, "davranış bozukluğu sınırlarında dolaşan bir olgunlaşmama"yı yansıtması ya da "geçmişte liberalleri desteklemiş bulunması" türünden kişilik temelli suçlamaların yanı sıra muhafazakâr ideoloji ile uyumsuzluğunu da dile getirmektedir.
Trump'a yönelik olarak dile getirilen "nativist (yerlileri yabancılardan üstün gören) fikirleri ve güçlü liderlik özlemi"nin kurucu ideolojiyle uyumsuzluğu, Avrupa kimlik siyaseti yaklaşımlarını Atlantik ötesine taşıması, "ucuz Sezarizm"inin Amerikan muhafazakârlığının karşı tezi niteliğinde olması, hayata bakış açısının ahlâkçılıktan yoksun Nietzscheci ve Sosyal- Darwinist çizgilere sahip bulunması ve Cumhuriyetçiliğin temel siyaset yaklaşımı olan "sınırlı hükûmet" ilkesinin tersini savunması benzeri eleştiriler, ciddî bir düşünsel dışlamayı da yansıtmaktadır.
Trump'ın kendisine "gerçek anlamda muhafazakâr ve Cumhuriyetçi" olmadığı yolunda yöneltilen entelektüel eleştirilere verdiği yanıt şüphesiz sığ ve yüzeyseldir. "Ben muhafazakârlığı 'muhafaza' kelimesinin türevi olarak mütalâa ederim. Paramızı, servetimizi muhafaza etmek isteriz" cevabının sağ entelektüelleri tatmin etmekten fazlasıyla uzak olduğu açıktır. Fakat değişen siyaset neticesinde derinlikten yoksun böylesi bir muhafazakârlık, felsefî ilkeleri tartışan yaklaşımların önüne geçmiş durumdadır.
Tepkisel muhafazakârlık
Trump'ın Amerikan muhafazakârlığının ağır topları tarafından dile getirilen sert eleştirilere verdiği sığ cevaplara rağmen sürdürdüğü "önlenemez yükseliş," ana akım siyasette yaşanan ciddî bir değişimi ortaya koymaktadır.
Lincoln'ün partisi süreç içinde kendisini şekillendiren temel ilkelerden uzaklaşarak bir "protestocular koalisyonu"na evrilmiştir. Söz konusu süreçte parti, doğum kontrolü, hücre araştırmaları benzeri konularda katı görüşleri benimseyen, değişik cinsel tercih sahiplerini toplumsal alandan çıkartmayı arzulayan Hıristiyan köktendinciler, göçmenlerin şekillendirdiği bir toplumda nativizmi ırkçılığa vardıran "beyaz üstünlükçüler," ayrıcalıklarını siyasî manevralar ve özel yasalarla sürdürmek isteyen sermaye temsilcileri ve hükûmet müdahalesi karşıtlığını sosyal devlet siyasetlerine yönelik amansız bir düşmanlığa dönüştüren bireysel özgürlükçülerin koalisyonuna dönüşmüştür.
Ortak paydaları zayıf grupların koalisyonu özgürlük kaygılarından uzak, "yasaklamacı" eğilimleri güçlü ve "tepkisel" bir "muhazafakârlık"ın şekillenmesine neden olmuştur. Donald Trump ise bu yeni muhafazakârlığı doğru okuyan, yarattığı "tecavüzcü Meksikalılar," "suç işleme eğilimindeki siyahlar," "Amerikalıları kazıklayarak zenginleşen Çinliler" ve "kafa kesen vahşi Müslümanlar" benzeri "düşmanlar" aracılığıyla onu mavi yakalı tabakalara indirebilen bir kişiliktir.
Yasal koruma altında gerçekleştirilen pozitif ayrımcılığın "ülkenin gerçek sahipleri" aleyhine işlediği, "siyasal doğruluk"un çoğunluğu konuşamaz kıldığı, düşük ücretle çalışan "göçmen ve kaçak"ların işlerini ellerinden aldığı, "güçlü Amerika"nın liberaller tarafından sıradan bir devlete dönüştürüldüğünü savunan geniş kitleler böylesi bir muhafazakârlığı siyasal pratiğe dönüştürecek "güçlü adam"ı geleneksel Cumhuriyetçi yaklaşımlara tercih etmektedir.
Washington'a tepki
Trump'ın söz konusu kitlelerin kızgınlığını siyasete dönüştüren vülger muhafazakârlığı önemli bir değişimi dile getirmektedir. Karşı karşıya olunan olgu, Trump'ın "eksantrik söylemler aracılığıyla" kitleleri etkilemesi değil, onun söz konusu toplulukların eğilimlerini ustalıkla siyasete dönüştürmesi, varolan bir boşluğu radikal ve tahrik edici ifadeler kullanarak doldurmasıdır. O, Cumhuriyetçi partiye "ehven-i şerreyn" olarak, "kerhen" oy verenlerin "ideal" siyasetçisidir.
Trump, yelkenlerini bunun yanı sıra, Ross Perot'nun 1992 ve 1996 seçimlerinde dile getirdiği türde bir "Washington aleyhtarlığı" rüzgârıyla da doldurmaktadır. Ortalama Amerikalının büyük çıkar grupları ve güçlü lobileri kayıran kararlar alarak sürekli biçimde kendisini ezdiğini düşündüğü "yerleşik Washington politikacılığı," siyasal yelpazenin her iki tarafında da güçlü bir "farklı seçenek" arama eğilimi yaratmış durumdadır.
Geniş orta ve alt toplum tabakaları Cumhuriyetçi ve Demokrat partili "siyaset sınıfı"nın kendilerini umursamadığı yolunda kuvvetli bir kanaati içselleştirmiştir. Ancak yerleşik siyaset bu sınıfı sürekli biçimde yeniden üretmektedir.
Perot, bu alanda bir seçenek yaratmış, ancak bunu önce bağımsız, daha sonra üçüncü parti (Reform Partisi) adayı olarak yapması kendisinin başarı şansını fazlasıyla düşürmüştü. Trump ise benzeri bir alternatifi ana akım partilerinden birisi kanalıyla sunmaktadır.
Amerikan siyaseti uzmanları, Trump'ın Cumhuriyetçi Parti adaylığını kazansa dahi başkan olabilme şansının fazlasıyla düşük olduğunu vurgulamaktadır. Buna karşılık onun şaşırtıcı yükselişini kullandığı "eksantrik söylem"e bağlamak yanıltıcı olur. Trump ana akım siyasetin bir kanadındaki önemli dönüşümün ete kemiğe bürünmüş halidir. Siyasetin diğer kanadı da kapsamlı bir dönüşüm geçirmektedir; o da ayrı bir yazıda ele alınacak önemdedir.