Arap dünyasında Türkiye'deki "Sèvres korkusu"na benzer bir Sykes-Picot "paranoya"sı yaygındır. Usama bin Ladin ve DAİŞ liderlerinden, Muhammed Hasaneyn Heykal ve Edward Said'e, eski Ürdün Kralı II. Hüseyin'den Suriye diktatörü Beşşar el-Esed'e Arap kamuoyunda değişik kimliklerle ön plana çıkmış bireylerin Birinci Körfez Savaşı sonrasında gerçekleşen farklı gelişmeler için "yeni bir Sykes-Picot" kavramsallaştırması yapması söz konusu "korku"nun derinliğini ortaya koymaktadır.
Ortadoğu'daki her gelişmeye "yeni bir Sykes-Picot" olarak bakan, bunu komplo kuramları üreten güçlü bir paranoya haline getiren indirgemeci yaklaşımın anlamsızlığı ortadadır. Ancak buradan yola çıkarak Sykes-Picot'nun gerçek hayatta işleme konmamış bir "harita çalışması" ya da "bir İngiliz asilzâdesi ile bir Fransız diplomatının düşünsel fantazisi" biçiminde kavramsallaştırılması da bundan aşağı kalmayan sorunlar taşımaktadır.
Sorun değişmesi mi?
1916'da nihaî şeklini alan Sykes- Picot-Sazonov anlaşmasının "yeni Osmanlılık siyaseti"ni eleştirme gayretiyle bir "efsâne" olarak nitelenmesi şüphesiz bu yaklaşımın uç örneklerinden birisidir.
Ortaokul tarih bilgisi ile gerçekleştirilen bir "keşif" ile günümüzdeki Ortadoğu'nun Sykes- Picot-Sazonov uzlaşması neticesinde çizilen haritadan farklı olduğunu farkederek, onun tartışılmasınının anlamsızlığını savunmak, bunun "yeni Osmanlılık amaçlı" bir ideolojik saplantı olduğunu ileri sürmek, şüphesiz, derin bir entelektüel sığlığa işaret etmektedir.
Sykes -Picot, anlaşmanın üçüncü ayağını oluşturan Çarlık rejiminin Bolşevik İhtilâli sonrasında çökmesi sonrasında, yâni daha 1917'de kapsamlı bir değişime uğramak durumunda kalmış, Trabzon'dan Van'a ulaşan bir alanın geleceğinin nasıl belirleneceği tartışmaya açılmıştı. İtalya'nın savaşa dahil olması ve Balfour Deklarasyonu'nun Yahudilere Filistin'de muğlâk bir ifade kullanarak vaad ettiği statü ise durumu daha da karmaşık hale getirmişti.
Harp sonuna kadar alandaki değişik aktörlere ve müttefiklerine birbiriyle çelişen vaatlerde bulunan İngiliz yönetimi, daha Paris Konferansı başlamadan Sykes- Picot'nun Fransa'ya fazla cömert davrandığı kanaatine varmıştı.
Lloyd George, konferans öncesinde "birkaç Türk ordusunu esir eden, yüzbinlere varan zayiata katlanan" İngiltere'nin kutsal emanetlerin çalınmasını önlemek için bölgeye "birkaç zenci polis gönderen"lere anlaşmada vaadedilen alanların tamamını vermeyi düşünmediğini söyleyerek, Sykes- Picot'da iki temel değişiklik daha yapmaya muvaffak olmuş, Sir Mark'ın Fransa'ya verdiği Musul ve Filistin'i geri almıştı.
Sykes -Picot, Paris Konferansı'ndan San Remo'ya giden yolda ve İstiklâl Harbi neticesinde ilâve kapsamlı değişikliklere de uğramıştır. 1922'ye gelindiğinde, henüz altı yıl önce çizilmiş Sykes -Picot -Sazonov haritasının tanınmaz bir hal aldığı doğrudur. Ancak bu ona "gerçekleşmemiş bir fantazi" olarak yaklaşılmasını anlamlı kılmaz.
Böylesi yaklaşımlarda düşülen temel hata Sykes- Picot'ya bir "kavram" ve "süreç" olarak değil de bir "harita" olarak yaklaşılmasıdır. Bu yapılırken "Sykes- Picot'nun aynen hayata geçirilmediğini, ülkesi bu anlaşmada varolmayan, Şerif Hüseyin'in torunu Kral Hüseyin ya da Oryantalizm eserini kaleme alan Edward Said çapında bir enteletüel bilmiyor muydu?" sorusunun sorulmaması ilginçtir.
Şüphesiz sadece bölgenin devlet adamları ve entelektüelleri değil, ortaokul öğrencileri dahi Sykes -Picot'nun kapsamlı değişikliklere uğradığını bilmektedir. Ancak onların Sykes- Picot'ya atıfta bulunurken kastettikleri bir "harita" değildir. Benzer şekilde El- Ka'ide ve DAİŞ liderleri de "Sykes- Picot Ortadoğusu'nu değiştirmenin temel hedefleri" olduğunu belirtirken, konuya, bölgede 1916 sonrasında ne olduğunu bilmeden ve "Yeni Osmanlıcı" bir açıdan yaklaşmamışlardır.
Bir kavram ve süreç
Sykes- Picot'ya bir "harita" değil bir kavram ve süreç olarak yaklaşıldığında, onun hayata geçirilemeyen bir fantazi değil kendisini sürekli biçimde yeniden üreten bir tasavvur olduğu görülür.
Sykes -Picot, şüphesiz Ortadoğu'ya yönelik Batı müstemlekeciliğinin ilk ürünü değildir. 1914'e gelindiğinde Kuzey Afrika'nın tamamı bu sömürgeciliğin pençesine düşmüştü. Bunun yanı sıra savaş başlamadan kısa süre önce onaylanan Anglo- Turkish Convention'ın çizdiği "Mor Hat," İngiltere'ye Arabistan yarımadasında fiilen işgal etmiş ya da yerel liderlerle imzaladığı kontratlarla koruma altına almış olduğu alanlara ilâveten bir de "nüfûz bölgesi" sunmuştu.
Ancak Sykes -Picot, Cezayir, Mısır ya da Trablusgarb'ın işgalinden farklı olarak belirli bir ülkeyi kontrol altına alma ve sömürgeleştirme değil değişik toplumların varolduğu geniş bir alanı düzenleme girişimi idi. Bu yapılırken de bölgedeki "dost"ları kayıran "düşman"ları ise cezalandıran bir ameliyat gerçekleştirilmeye çalışılıyordu.
Sykes- Picot tasavvuru "değiştirilemez" değildi. Paris ve Lonrdra'daki operatörler değişik organ nakilleri önerebiliyor, bölgede direnenler "oyunu bozarak" onun değişmesine neden olabiliyordu.
Bir "kavram" olarak Sykes -Picot "Ortadoğu'nun, orada yaşayanlardan bağımsız olarak," planlayıcıların ekonomik ve stratejik çıkarlarını gözetecek ve "dost" olarak görülen gruplara avantajlar sağlayacak biçimde düzenlenmesi demekti. Bunun neticesinde Beyrut vilâyetinin değişik kısımları bahşedilerek oluşturulan "Büyük Lübnan," Musul, Bağdad ve Basra vilâyetlerinin birbirine eklenmesi ile şekillendirilen Irak, "bir tarih kazası" olarak doğan Ürdün ve büyük kısmı daha sonra kurulacak İsrail devleti tarafından yutulacak olan Filistin benzeri "doğal olmayan," iktidara getirilenler dışındakilerin meşruiyetini sorguladıkları yapılar ortaya çıkmıştır.
Sykes -Picot işte bu anlamda günümüzdeki Ortadoğu'nun önemli bölümünü şekillendiren bir yaklaşımdır. Bunun da ötesinde bu tasavvur "geçirdiği tüm değişikliklere" karşılık bir "süreç" olarak devam etmiştir. Günümüzdeki haritanın 1916'da Londra, Paris ve Petersburg'da çizilenden farklı olması onun önemini azaltmaz. Bu açıdan bakıldığında Sykes- Picot bir "efsâne" değil yüz yıllık bir süreçte yanlış iliklenen ilk düğmedir.
Söz konusu sürecin, günümüzde Ortadoğu haritası yeniden çizilirken "yeni dost"ları kayıran ve stratejik çıkarları arasındaki dengenin sağlanmasını amaçlayan global aktörler tarafından sürdürülmeye çalışıldığını görebilmek zor değildir. Bunu farketmek için "yeni Osmanlı"cı olmak gerekmemektedir. "O harita bugünkü haritanın üzerine tam olarak oturuyor mu" sığlığının ötesine geçmek yeterlidir...