Toplumsal hafızanın şekillendirilmesi genellikle varsayıldığından çok daha önemli bir faaliyettir. Onun önemli bir aracı da kurumların, yapıların ve değişik mekânların tarihî ya da yaşayan şahsiyetler ardından isimlendirilmesidir.
Bir tepenin Hürriyet-i Ebedîye, stadyumun Midhat Paşa, lisenin Kenan Evren, üniversitenin Süleyman Demirel, kışlanın Mustafa Muğlalı ya da bir bulvarın Talât Paşa olarak adlandırılması, son tahlilde, "geçmişin hatırlanma biçimi"ni şekillendirme girişimleridir.
Daniel Milo, sokak adları üzerine kaleme aldığı çalışmada yer isimlerinin tarihî gelişim kadar değişimi de gösterdiğini ve onların "hatırâ mahalli" niteliği taşımaları yanı sıra "unutma mahalli" olma hususiyetine de sahip olduğunu vurgulamış, bir sokağın Rue d'Artois ya da Rue Laffitte olarak adlandırılmasının geçmişin farklı biçimlerde inşa edilmesinin örnekleri olduğunu dile getirmiştir.
Modernliğin, geleneksel adlandırma biçimleri yerine geçirdiği ve geçmiş inşa edilmesi sürecinin aracı haline getirdiği bu faaliyet, post-modern toplumlarda ciddî bir sorgulanmaya tabi tutulmaktadır.
Son günlerde Afrika ve Avrupa'dan Amerika'ya ulaşan bir coğrafyada yaşanan tartışmalar, günümüzde mekân ve kurum adlandırılmasının çoğulculuğun sınandığı bir alan haline geldiği ve bu konuda "çoğunluk" kararının yeterli olmadığı görüşünün ağırlık kazanmaya başladığını ortaya koymaktadır.
Calhoun, Wilson, Rhodes
Geçtiğimiz yılın son günlerinde dünyanın önde gelen eğitim kurumları arasında yer alan Yale, Princeton ve Oxford üniversitelerinde Afrika asıllıların başını çektiği eylemler, adı bu kurumlarla özdeşleşen şahsiyetler ile ilgili talepleri gündeme getirmiştir.
Harekete katılan Yale öğrencileri ABD eski başkan yardımcısı ve senatörü John Caldwell Calhoun'un adını taşıyan koleje farklı bir isim verilmesini talep ederken, Princeton'da rektörlük binasında oturma eylemi yapan talebeler kurumun eski başkanlardan Woodrow Wilson'ı sahiplenmemesi arzusunu dile getirmişler, Oxford'da ise binlerce kişi tarafından imzalanan bir dilekçe ile Cecil Rhodes'un Oriel College'daki heykelinin kaldırılması istenmiştir.
Yale Üniversitesi, protestocuların ırkçılık ve kölelik savunuculuğuyla suçladıkları Calhoun'un adının kaldırılmasını reddetmiş, Princeton ise New Jersey valisi ve ABD başkanı olmadan önce sekiz yıl süre ile üniversitenin rektörlüğünü yapan Wilson'ın mirâsının nasıl değerlendirileceği yolunda bir komisyon kurulmasını kararlaştırmıştır.
Tüm faaliyetlerini kamuya açık biçimde gerçekleştirecek bu komisyon, Wilson'ın siyasetleri konusunda uzmanların görüşüne başvurduktan sonra, öğretim üyeleri, öğrenciler ve mezunlarla toplantılar gerçekleştirerek, eski başkanın "üniversite tarafından nasıl hatırlanacağı" yolunda bir karar alacak ve dünyanın önde gelen uluslararası ilişkiler okullarından birisi olan Woodrow Wilson School'un adı ile değişik binalardaki Wilson portrelerinin geleceğini belirleyecektir.
Oxford ise Cape Town Üniversitesi'ndeki Cecil Rhodes heykelinin yerinden sökülmesi sonrasında kendi öğrenci ve mezunlarının bir bölümünün aynı minvaldeki taleplerine başlangıçta olumlu yaklaşmış ve Rhodes'un Oriel College'a yaptığı bağışlar ve dünyanın en prestijli burslarından birisini başlatmış olmasının "onun kabûlü mümkün olmayan görüş ve eylemlerinin onaylanması" anlamına gelmediğini vurgulayarak adına konulmuş bir kitabenin kaldırılmasına karar vermişti.
Buna karşılık üniversite, daha sonra, Rhodes'un heykelinin kaldırılması talebini reddederken "güncel değerlerin geçmişe uyarlanması"na karşı çıktığını açıklamakla kalmamış, Chancellor Lord Patten taleplerinde ısrar eden öğrencilerin "eğitimlerini başka yerde sürdürmelerinin" anlamlı olacağını dile getirmiştir.
Siyasal doğruluk ve dönemin şartları
Bu gelişmeler "toplumsal hafızanın şekillendirilmesi" alanında global ölçekli bir değişimin yaşanmaya başladığını ortaya koymaktadır.
Günümüzde bu faaliyetin çoğulcu biçimde gerçekleştirilmesi yanı sıra azınlıkta kalan değişik hassasiyetlere cevap vermesi de gerekli hale gelmiştir.
Bu yapılırken "siyasal doğruluk" fetişizmine kapılmamak ancak "dönemin şartları" benzeri apolojetik meşrulaştırmalardan da sakınmak gerekmektedir.
Amerikan düşünce tarihindeki yeri, demokrasinin temelinin basit matematiksel değil "birbiriyle çelişmeyen" çoğunluk (concurrent majority) olduğu düşüncesinin mimarlarından birisi olması ve Savaş Bakanlığı'ndaki başarıları Calhoun'un güçlü ırkçı ve köleci yaklaşımlarının üstünü örtmemektedir.
Benzer şekilde gündelik dilde Jim Crow yasaları adı verilen ayrımcı ve Afrika asıllıları toplumun dışına iten uygulamaları federal kurumlara taşıyarak ofisleri, tuvaletleri, yemekhaneleri ayıran Wilson'ın diğer sahalardaki liberal siyasetleri, kapitalizmin vahşi boyuta taşınmasını önleme konusundaki çabaları, Cemiyet-i Akvam'ın kuruluşu alanındaki gayretleri ve aldığı Nobel Barış Ödülü onun toplumun bir bölümü tarafından "istenmeyen kişilik" olarak görülmesini önlememektedir.
Bunlara paralel olarak, İngiliz emperyalizminin önde gelen savunucularından olan, Cape Colony'deki başbakanlığı sırasında yerli halkı dışlayan siyasetleri "barbarlıkla mücadele" adına yürüten Rhodes'un girişimcilik alanındaki başarıları, kurduğu şirketin günümüzde Zimbabwe and Zambia'nın bulunduğu alanda Rhodesia adı altında devlete dönüşmüş, adına verilen burslardan Bill Clinton gibi pek çok önde gelen siyasetçinin yararlanmış olması, bir kurumun kendisini onunla özdeşleştirmesini kolaylaştırmamaktadır.
Calhoun ve bilhassa Wilson'ın olumlu biçimde hatırlanması gerekliliğini ileri süren çevrelerin, ABD'nin kurucu babalarının çoğunun köleleri olduğu, onlardan çocukları bulunduğu, geçmişe günümüz değerleri ile yaklaşılırsa ortada "kahraman" kalmayacağı yolundaki eleştirileri önemlidir.
Ancak meselenin düğümlendiği nokta bu tarihî kişiliklerin "o şekilde davranmalarının zorunlu mu olduğu" noktasıdır. Bu sorunun cevaplanması "siyasal doğruluk" fetişizmine düşmeden, ancak "dönemin şartları" meşrulaştırmasına da sığınmadan, âdil yargılara ulaşılarak azınlıkta kalmalarının önemlerini azaltmadığı hassasiyetlerin tatminini mümkün kılacaktır.
Bu soru cevaplandığında kölelik karşıtlığının ivme kazandığı bir dünyada buna şiddetle karşı çıkan Calhoun'u, Reconstruction döneminin getirdiği hakların geri alınması ve toplumun bir bölümünün ikinci sınıflaştırılmasında ciddî bir rol oynayan Wilson'ı ve emperyalizm eleştirilerinin yoğunlaştığı bir dönemde onun "üstün" Anglo-Saxon ırkının yükümü olduğunu varsayan Rhodes'u sahiplenmek güçleşmektedir.
Yer adları konusunda sorunlar yaşayan Türkiye'nin bu global gelişmeden dersler alması ve geçmişin hatırlanma biçimini şekillendirirken zikredilen soruyu sormaya özen göstermesi anlamlı olacaktır.