Türkiye'de çok partili yaşama geçiş sonrasında yapılan özgür seçimlerin büyük çoğunluğunun "kalkınmacı muhafazakârlık" çizgisini sürdüren partiler tarafından kazanılması, konuya konjonktürel değil yapısal açıdan yaklaşılmasını zorunlu kılmaktadır.
Böylesi bir değerlendirme, geniş kitlelerin oy verme davranışları nedeniyle eleştirilmesi veyahut "cahil toplulukların kandırıldıkları" ya da onların "evrensel değerleri umursamadıkları"nın varsayılmasından daha anlamlı tespitlere ulaşılmasını mümkün kılacaktır.
Yapısal bir analiz, "karizma" ve "liderlik" gibi seçim neticelerini etkileyen çok sayıda faktörün ötesine geçen, belirleyicilerin ortaya çıkarılmasını da mümkün kılacaktır.
Merkezde konumlanma
"Kalkınmacı muhafazakârlık"ın çarpıcı başarısı ve "egemen parti"ye evrilme potansiyelini güçlendirmesinin önde gelen nedenlerinden birisi iki aslî eksenini oluşturan "kalkınmacılık" ile "muhafazakârlık" arasındaki dengenin değişmesine karşılık "siyasal merkez"deki konumun muhafaza edilmesidir. Demokrat Parti'den Adalet ve Kalkınma Partisi'ne uzanan yetmiş yıllık süreçte, söz konusu hareketin "muhafazakârlık" boyutu güçlenmiştir, ancak bayrağı teslim alan son parti de sınırları zorlamasına karşın siyasal merkezde konuşlanan bir "kitle partisi" olma özelliğini sürdürmüştür.
Bu hususiyet gözönüne alındığında Türkiye'de siyasal merkezin ortadan kalktığı ya da aşırı biçimde daraldığı yolundaki tespitlerin doğru olmadıkları, en azından abartılı bir yaklaşımı dile getirdiklerini belirtmek yanlış olmaz. Türkiye'de son yıllarda gerçekleşen siyasal merkezin buharlaşması değil, kimlik siyaseti grupları ittifakına dönüşen "devletçi modernleşmecilik"in bu alanı büyük çapta terki neticesinde, onun paylaşımının sona ermesidir. Merkeze tek başına yerleşen "kalkınmacı muhafazakârlık" yirmi yıl öncesi ile kıyaslandığında daha güçlü bir muhafazakârlığı yansıtmaktadır; ama bu onun "merkez"de yer alma özelliğini ortadan kaldırmamaktadır.
Kimlik siyaseti
Merkezde konuşlanan "kalkınmacı muhafazakârlık," siyasetin özgürleşen kimlikler etrafında yapılması eğiliminin güçlenmesinden de en az etkilenen yapılanma olma özelliği taşımıştır. Bunun iki temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi "kalkınmacı muhafazakârlık"ı destekleyen, onu doğal adresi olarak gören "kimlik"in toplumda ezici bir çoğunluğa sahip olmasıdır. İkincisi ise bu siyasal hareketin, "kitle partisi" olma özelliğini koruyarak diğer kimlikler ile iletişimi sürdürebilmesidir. Farklı dinî ve mezhepsel kimliklerle olan ilişkinin, değişik "açılım" çabalarına rağmen sınırlı kalmasına karşılık, "kalkınma"nın cazibesine kapılan ve "muhafazakârlık" ortak paydasında birleşen farklı etnik kimlikler bu harekete destek vermişlerdir.
"Devletçi modernleşmecilik"in, muhafazakârlığı "Sünnî hegemonyası" ve "yaşam tarzı tehdidi" olarak gören biri mezhepsel diğeri dışlayıcı sekülarist iki kimliğin ittifakına dönüştüğü, etnik ve diğer kimlik duvarlarını "devletçilik" ve "yaşam tarzı modernliği" tezleri aracılığıyla aşamadığı bir ortamda söz konusu desteğin önemi ortadadır.
Bu destek kalkınmacı muhafazakârlığın "kitle partisi" olma özelliğini kesintisiz biçimde sürdürmesi ve ülkenin her yerinde varolmasını mümkün kılmıştır. "Devletçi modernleşmecilik"in Fırat'ın doğusuna geçemediği, bozkırda mezhepsel ve sekülarist kimlik adalarına sıkıştığı, sahillerde ise yaşam tarzı savunucularının desteği ile yetinmek zorunda kaldığı siyaset sahnesinde bu avantajın ne derece önemli olduğu âşikârdır.
Kalkınmanın somutluğu
Kalkınmacı muhafazakârlığın başarısının bir diğer temel nedeni ise iki aslî bileşeninden birisinin "somut" niteliğidir. Devletçi modernleşmeciliğin fazlasıyla soyut ve "Cumhuriyet," "Aydınlanma" benzeri "değerler" üzerinden vaat ettiği "çağdaşlaşma" ile "terakki" kalkınmacı muhafazakârlık tarafından barajlar, köprüler, yollar, hava alanları, tüp geçitler ve gelişmiş teknoloji kullanımı aracılığıyla inşa edilmektedir.
"Kalkınma"nın somutluğu, ona, tekil ve yaşam tarzı temelli modernlik vurgusu güçlü siyaset yaklaşımı karşısında ciddî bir öncelik kazandırmaktadır. Devletçi modernliğin, süreç içinde, böylesi projelere, Boğaziçi Köprüsü örneğinde görüldüğü gibi, karşı çıkması ve "kalkınma karşıtı" bir çizgiye savrulması bu alanda sağlanan avantajı daha da pekiştirmiştir. Devletçi modernlik, kendisini yeniden üreterek "otarşi savunusu"na evrilen bu anlamsız çizgiden geri dönmeye çalışmış, ama gösterdiği tüm çabaya karşılık üzerine yapışan "kalkınma karşıtlığı" yaftasından kurtulamamıştır.
Muhafazakâr modernlik
Kalkınmacı muhafazakârlığın siyaset üzerinde tesis ettiği egemenliğin bir diğer belirleyicisi de bu yaklaşımın modernleşme ile anlamlı bir bağdaştırma yaratabilmesidir. Kalkınmacı muhafazakârlık resmî ideolojinin "tekil" modernlik yorumuna sadece güçlü bir teknolojik gelişme yaklaşımı ile cevap vermemiş, bunun yanı sıra "modernlikler"in varlığını savunarak hem daha çoğulcu bir çizgiyi sahiplenmiş hem de toplumsal değerlerle modernliği bağdaştırmıştır.
Eisenstadt ve Jager benzeri modernlik kuramcılarının da vurguladıkları gibi "Aydınlanmanın tekil, karmaşıklık ile yansıtıcılığın basitlik ve geleneğin yerine geçtiği modernliğinin" çoğul ya da "alternatif" modernliklere dönüşmesinin üzerinden uzunca bir süre geçmiştir.
Dolayısıyla, kalkınmacı muhafazakârlık, bir asır öncesinin tekil modernlik tasavvurunu kutsayarak, bunu yaşam tarzı üzerinden üretmekte ısrarcı olan devletçi modernleşmecilik ile kıyaslandığında çok daha "modern" bir yaklaşımı benimsemiştir. Toplumun değerleriyle barışık, çoğulcu bir modernliği savunmanın, siyasal alanda, onlarla kavga eden, "dindarlık" ile "modernliğin" asla bağdaştırılamayacağını iddia eden yaklaşıma nasıl bir üstünlük sağlayacağı ortadadır. Türkiye örneği bu alanda verilebilecek en çarpıcı örneklerden birisidir.
Bu açılardan değerlendirildiğinde kalkınmacı muhafazakârlığın siyasete egemen olması, "bir seçim daha kazanması"nın yapısal nedenlere dayandığını ifade edebilmek mümkündür. Bu şüphesiz "karizma," "liderlik," "parti örgütlenmesi" benzeri etmenlerin bu alanda rol oynamadığı anlamına gelmez. Ancak süreç içinde egemen partiye dönüşme eğilimi kazanan kalkınmacı muhafazakârlık siyasetinin başarısının yayıldığı zaman diliminin genişliği yapısal nedenlerin daha etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Siyasetimiz tahlil edilirken bu yapısal belirleyicilerin gözönüne alınmasının, "cahil kitlelerin bilinçsizliği," "aydınlanma karşıtlığı" benzeri usandırıcı klişelerin tekrarından daha açıklayıcı olacağı ortadadır. Bunun yanı sıra "kalkınmacı muhafazakârlık"ın başarısında ona karşıt yaklaşımların ve bilhassa karşı kutup olan "devletçi modernlik"in yaşadığı tıkanma da önemli rol oynamaktadır. Bu yaklaşımın süregelen başarısızlığı da benzer şekilde yapısal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu ise şüphesiz ayrı bir yazı konusudur.