Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın yükselen "kutuplaşma"nın tehlikelerine işaret eden konuşması konu üzerine devam eden tartışmayı yeniden alevlendirdi.
Kutuplaşmanın postmodern çağ toplumlarının önemli sorunlarından birisi haline gelmesi nedeniyle bilhassa Batı ülkelerinde siyaset bilimciler bu olgunun yapısal nedenlerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar.
Dolayısıyla konunun şahsiyet, lider psikolojisi, uslûb ve siyasette kullanılan dil düzeyine indirgenmeden böylesi belirleyiciler çerçevesinde ele alınması anlamlı olabilir. (Burada söylenilmeye çalışılan siyaset dil ve uslûbu benzeri unsurların toplumumuzda yükselen kutuplaşmada rol oynamadığı değildir).
Kimlik siyaseti ve kutuplaşma
Derin biçimde bölünen toplumlarda siyasetin işleyiş ve liberal demokrasinin hayata geçirilişi toplumsal bilim uzmanlarının önemli araştırma konularından birisidir. Eric Nordlinger, Ian Lustick benzeri akademisyenler, değiştirilmesi zor ve kolaylıkla siyasallaştırılan kimlikler üzerinden çatışan kutuplar yaratılması ve bunların uzun süre farklı konular üzerinden yürüttükleri mücadele ile hem kendi kimlikleri hem de kutuplaşmayı keskinleştirmeleri üzerinde geniş bir literatür yaratmışlardır.
Konu hakkındaki çalışmaların da ortaya koyduğu gibi etnisite, din, dil, sınıf benzeri ayraçların keskin olduğu, bireylerin bunlar aracılığıyla değiştirilmesi zor kimlikler edindiği toplumlarda "kutuplaşma" daha kolay olmaktadır.
Türkiye'de siyasetin temelde, değiştirilmesi fazlasıyla zor "kimlik"ler üzerinden yapılması şüphesiz toplumsal kutuplaşma için son derece elverişli bir ortam hazırlamaktadır. Toplumdaki bireylerin önemli bir kısmının "kimlik"lerine karşı geldiği düşünülen "siyasal" konum, kültürel tercih ve oy verme eğilimlerini benimsemesi sınırları katı, aralarındaki geçişlilik ise oldukça sınırlı olan kutuplar yaratmakta ve istisnalar dışında bunlara yönelik aidiyetler değişmemektedir.
Siyasal merkez
ABD'de artan kutuplaşma üzerine yapılan araştırmalar, siyasal merkezin daralması ve ağırlığın tedricen uçlara kaymasının bu alandaki rolünün altını çizmektedir. Bu araştırmalar bilhassa 1990'lar sonrasında, evvelce önemli bir kesişme alanı yaratan muhafazakâr demokrat ve liberal cumhuriyetçilerin neredeyse sahneden tamamen çekildikleri, bunun neticesinde ise iki temel partinin daha radikal siyasal pozisyonlara savrulduğunu ortaya koymaktadır. Bu gelişme kutuplaşmayı hızlandırdığı gibi, kutuplaşma da siyasal merkezin daralmasına katkıda bulunmaktadır. Bu karşılıklı etkileşim ise ciddî bir "yönetilebilme" sorununu tetiklemektedir.
Türk siyasetinde de benzer bir gelişme yaşanmaktadır. Merkezin fazlasıyla daraldığı bir yapılanmada siyasetin ağırlık merkezi değişmiş, bu ise kutuplaşmayı hızlandırmıştır. ABD'de yaşandığı gibi bu alanda karşılıklı bir etkileşim gerçekleşmiş, kutuplaşma da siyasal merkezin daralmasına katkıda bulunmuştur. Bu süreç kendini daha radikal biçimlerde yeniden üretmektedir.
Bir diğer yazımızda da işaret etmeye çalıştığımız gibi (Sabah, 18 Ağustos 2013) muhalefetin "cepheleşme" eğilimi taşıdığı bir siyasal gelenekte "cephe" karargâhının merkez dışında inşa edilmesi daha önemli sonuçlar doğurmaktadır.
Partilere pencere süsü olarak yerleştirilen ve tabanda karşılıkları olmaması nedeniyle tutmayan yama özelliği gösteren "farklı sesler" dışında karşı kutbun dilinden anlayan kimselerin dahi bulunmaması siyaseti "ortak paydaların bulunamadığı" bir siper savaşı haline sokmuştur. Bu açıdan bakıldığında toplumumuzda siyasal merkezin daralması ve uçlara savrulma "kutuplaşma" konusunda, "kimlik ağırlıklı siyaset" kadar etkili olmaktadır.
Seçkinler, kitle, medya
Morris Fiorina'nın başını çektiği siyaset bilimciler, "kutuplaşma"nın "seçkinlerarası" bir olgu olduğunu ve siyasal örgütler ile medya üzerinden gerçekleştirilen "savaşlar"ın "kitle"de anlamlı karşılıklar bulmadığını ileri sürmektedirler.
Bu yaklaşıma göre "ortalama" vatandaş, elitler düzeyinde yaşanan çatışmaya büyük çapta duyarsız kalmanın yanı sıra temel tartışma konularında daha uzlaşmacı tutumları benimsemektedir. Kendimizden bir örnek verecek olursak, seçkinlerin açık oturumlarda bir ölüm-kalım meselesi olarak tartıştığı "başörtüsü" konusunda başörtüsü takan ya da takmayan ortalama vatandaşlar çok daha uzlaşmacı bir tutumu benimsemişlerdir.
Buna karşılık Alan Abramowitz benzeri uzmanlar, yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren zikredilen durumun değiştiğini, ideolojik kutuplaşmanın tedricen kitlede de ciddî karşılık bulmaya başladığını savunmaktadırlar. İstatistikî verilerle de desteklenen bu gelişme toplumsal kutuplaşmanın kapsama alanı açısından alarm zillerinin çalmakta olduğunu göstermektedir.
Gerçekten de modern medyanın, başını rating kaygılarının çektiği nedenlerle temel kutuplaşma konularında uzlaşmacı değil çatışmacı görüşlere ağırlık vermesi ve kutupların katı, kemikleşmiş görüşlere sahip olduğu konuları sürekli gündemde tutması, geçmişte kitleye yansıması sınırlı kalan tutumların geniş tabanlara nüfûz etmesi neticesini doğurmuştur.
Benzer şekilde iletişim devrimi de daha önce seçkinler düzeyinde kalan çatışmaların geniş topluluklara ulaşmasını sağlamıştır. Bir örnek üzerinden açıklayacak olursak, televizyon programları kutuplaşma doğuran konular üzerine daha radikal ve çatışmacı görüşlerin temsilcilerini tercih etmekte, bu ise sosyal medya üzerinden yürütülen ve kitlede karşılık bulan yeni tartışmaları tetiklemektedir.
Kutuplaşmanın "kimlik siyaseti" nedeniyle uzun bir geçmişe dayandığı Türkiye'de bilhassa görsel medyanın bu alanda takındığı tutum bir çığ etkisi yaratmaktadır.
Kutuplaşmanın kitlede güçlü karşılık bulmasının bir diğer neticesi de partilerin kendi tabanlarını bir arada tutabilmek için özellikle seçim dönemlerinde "çatışmacı" yaklaşımları tercih etmelerine neden olmasıdır.
Sorunun niteliği
Ortaya koymaya çalıştığımız analiz çerçevesinde global bir olgu olan kutuplaşmanın, uslûb ve dile indirgenemeyecek bir sorun niteliği taşıdığı belirtilebilir. Uslûb, dil, siyasal liderler arasındaki ilişkiler şüphesiz toplumsal kutuplaşmayı etkilemektedir. Ancak yapısal sorunlar yanında bu etkinin marjinal kaldığının altı çizilmelidir.
Diğer bir ifadeyle siyasal liderlerin son derece yumuşak bir dille konuştuğu, Salı günleri gerçekleştirilen parti meclis grubu toplantıları akademik konferansları andıran bir Türkiye'de de "kutuplaşma" olacaktır.
Buna karşılık "kutuplaşma"ya önlenmesi mümkün olmayan doğal bir âfet gibi yaklaşmak da anlamlı değildir.
Kimlik siyasetinin gerilemesi, siyasal merkezin genişlemesi, siyasetin "cepheleşme" geleneğinden arındırılması, çatışmacı yaklaşımların medyada aşırı temsilinin önüne geçilmesi global ölçekli bu sorunun toplum için en büyüğü "yönetilememe" olan tehlikeler yaratmasını önleyebilecektir.