İmparatorluktan ulus-devlete geçiş sürecinde şekillenen siyasetimiz ilginç bir yelpazeyi ortaya çıkartmıştır. Bu yelpazenin bir ucundan diğerine neredeyse tamamını etkileyen milliyetçilik bir kenara bırakıldığında, temel ideolojik akımların etkisinin oldukça az olduğu bir siyaset örgütlenmesiyle karşı karşıya bulunduğumuzu belirtmek yanlış olmaz. Bu yapılanma içinde liberal, sosyal demokrat, muhafazakâr benzeri kavramsallaştırmalar ise literatürdekinden farklı yaklaşımlara atıfta bulunmak amacıyla kullanılmaktadır.
Din ve siyaset
Ağırlık merkezini her ikisi de milliyetçi karakter taşıyan, kalkınmacı muhafazakârlık ve devletçi moderleşmeciliğin oluşturduğu bu yapılanma içinde "din"e yaklaşım belirgin bir rol oynar. Türkiye'de dinî karakteri baskın olmayan bir muhafazakârlık düşünülemediğinden, kalkınmacı muhafazakârlık da "muhafazakârlık"ı bu temelde tanımlamaktadır. Buna karşılık kendisine "sol" ya da "sosyal demokrat" benzeri sıfatlar yakıştıran devletçi modernleşmecilik de "dindarlığın" karşı tezi olduğunu varsaydığı "laiklik"i bir ilkeden ziyade bir "kimlik" olarak görmektedir.
Sıklıkla dindarlıklaiklik eksenindeki bir ayrışmaya dönüşen bu siyaset örgütlenmesinin fazla sağlıklı olmadığı ortadadır. Kalkınmacı muhafazakârlığın daha "muhafazakâr" bir çizgiye kayması ile devletçi modernleşmeciliğin daha keskin bir "tekil çağdaşlık" ve daha katı ve din karşıtı bir "laiklik" savunuculuğuna yönelmesi bu alandaki sıkıntının daha da hissedilir hale gelmesine yol açmıştır. Geniş anlamıyla herşeyin siyasî karakter taşıdığı doğrudur. Ancak ağırlık merkezi böylesi bir kutuplaşmaya sahne olan siyaset, dar anlamıyla, siyasî nitelik taşımayan yaklaşımların çatışmasına dönüşmüştür.
Hayat tarzı siyaseti
Zikredilen kutuplaşmanın yarattığı en önemli sorunlardan birisi, temel aktörlerden birisinin literatürde "hayat tarzı endişesi siyaseti (politics of lifestyle concern)" adı verilen bir yaklaşıma yönelmesine neden olmasıdır.
Sosyologlar, Max Weber'in "statü" kavramsallaştırmasından yola çıkarak bir dizi siyasî hareketi "hayat tarzı siyaseti" olarak nitelendirmektedirler. Bu yaklaşım bilhassa Amerikan akademik çevrelerinde revaç bulmuş ve "Yeni Hıristiyan Sağı" benzeri hareketlerin düşünsel arka planı ve eylemciliğini açıklamak için kullanılmıştır.
Bilindiği gibi Weber bir toplumda "statü grubu" adı verilen yapıların özel bir saygı talebinde bulunabilecekleri, hattâ daha ileri giderek statü alanında tekel oluşturmaya çalışabileceklerini ileri sürmüştü. Weber'in "statü grubu" kavramsallaştırması ve onun yan ürünü olan "hayat tarzı" üzerine dile getirdiği tezleri temel alan akademisyenler ise bunları Amerikan sağının benimsediği siyasetleri açıklamakta kullanmışlardı. (Bu çerçevede Amerikalı akademisyenlerin Weber'in farklı anlamlarda kullandığı Lebensführung ve Lebensstil kavramlarının her ikisini de "hayat tarzı" olarak tercüme etmelerinin ciddî bir sorun yarattığı vurgulanmalıdır).
Örneğin, Joseph Gusfield, Sembolik Haçlı Seferi (1983) çalışmasında İçki Yasağı Hareketi'nin (Temperance Movement) temelde ondokuzuncu asırda ABD'ye gelen göçmenlerin püriten Protestan hayat tarzını benimsemeyi ve onun ahlâkî üstünlüğünü reddetmelerine karşı gelişen bir eylemcilik siyaseti olduğunu savunur. Bu yaklaşıma göre kendisini özel saygıya lâyık bir statü grubu olarak gören püriten Protestanlar, hayat tarzlarının temel öğelerinden birisini kanun haline getirmek ve tüm topluma empoze etmekle toplumdaki ağırlıklarını yeniden tesise ve kaybolan prestijlerini geri almaya çalışmışlardır.
Bu açıdan bakılırsa, Amerikan Yeni Hıristiyan Sağı'nı liberalleşen bir yapıda kürtaj serbestisi, eşcinsel hakları, pozitif ayrımcılık benzeri gelişmeler nedeniyle şekillenen "hayat tarzı endişesi siyaseti"nin ete kemiğe bürünmesi olarak açıklamak mümkün olabilmektedir. Wesley Miller, Jr. benzeri akademisyenler, haklı olarak, bu tür mekanik sebebsonuç ilişkisi tesisinin ve diğer belirleyici unsurların dışlanmasının yaratacağı sorunların altını çizmişlerdir. Buna karşılık "hayat tarzı endişesi siyaseti" kavramsallaştırmasının bilhassa tepkisel hareketlerin oluşumunu anlama konusunda önemli ipuçları sunduğu şüphesizdir.
Siyasetimiz farklılaşabilir mi?
Türkiye'de Kemalist seçkinlerin Weber'in tanımladığı anlamda bir "statü grubu" oluşturduğu ortadadır. Kendisini, kendinden menkul bir "kültürel" faikiyet ve "çağdaşlık" farkı çerçevesinde toplumun geri kalanından üstün gören ve bu nedenle diğerlerinden "saygı" bekleyen bu statü grubu, toplumdaki itibarının azalması ve diğer yapılanmaların onun üstünlüğünü reddetmesi nedeniyle tepkisel bir siyaset üretme biçimine yönelmiştir.
Bu açıdan bakıldığında "kamusal alanda başörtüsü yasağı" türünden siyasetler, püriten Amerikan Protestanların "içki yasağı" kanunları gibi sarsılan "statü," "itibar" ve "hakimiyet"tin simgeler üzerinden yeniden tesisini amaçlayan girişimlerdir.
Söz konusu statü grubunun günümüzdeki mirasçıları toplumumuz siyasetinin büyük bir kısmının düşünsel arka planını oluşturan milliyetçilik bir kenara bırakılırsa, temelde "hayat tarzı endişesi siyaseti" merkezli siyaset üretmektedirler. Bu çevrelerin kendilerini tanımlamak için "endişeli modern" benzeri ifadeler kullanması tesadüfî değildir.
Siyasetin ağırlık merkezinin bir kanadının Amerikan Hıristiyan Sağı benzeri "hayat tarzı siyaseti" yapmasının ne denli önemli bir sorun olduğu genellikle gözardı edilmektedir. Kalkınmacı muhafazakârlığın daha "muhafazakâr" bir çizgiye kaymasıyla büsbütün radikalleşen bu siyaset anlayışının yerini tepkisel olmayan, düşünsel boyutu güçlü bir yaklaşıma bırakmasının Türkiye'nin önünü fazlasıyla açacağı şüphesizdir.
Bunun ise demokratikleşme, farklı hayat tarzlarına müdahale edilmemesi, "iyi"nin ne olduğu tanımlama yolunda ahlâkî yorum tekeli oluşturmaktan kaçınılması ve herşeyden önemlisi kendisine saygı gösterilmesini isteyen karşıt statü gruplarının yaratılmamasıyla mümkün olacağı unutulmamalıdır.
Bunun gerçekleştirilmesinde siyasetin ağırlık merkezindeki diğer yapılanma olan kalkınmacı muhafazakârlığa da ciddî sorumluluk düşmektedir.
Bu yapılanmanın bir karşıt statü grubu yaratma ve "iyi"nin ne olduğu tanımlama yolunda ahlâkî tekel oluşturma girişiminde bulunması düşebileceği en büyük hata olur ve toplumsal çatışmaya zemin hazırlar. Hayat tarzı endişesi siyasetlerinin panzehiri tüm yaşam biçimlerinin güvencede olduğu algısının farklı toplum tabakaları tarafından paylaşılmasıdır. Benzer şekilde özel saygı ve ayrıcalık talebinde bulunan statüleri reddetmenin yolu da karşıt statüler yaratmak değil toplumun "eşitlik" çerçevesinde örgütlenmesini sağlamaktır.
Bu pek çok alanda sağlayacağı yararın yanı sıra siyaseti de normalleştirecektir.