Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Torosyan'ın hâtıraları, tarihin Türkleştirilmesi ve siyasî doğruluk

Osmanlı Ermenilerinin yaşadıkları büyük trajedi, tarihçilerin "siyasî doğruluk" gerekçesiyle tarihî malzemeyi farklı şekilde değerlendirmelerine neden olamaz

Sarkis Torosyan'ın Çanakkale'den Filistin Cephesi'ne başlığı altında Profesör Ayhan Aktar tarafından geçen sene Türkçeye tercüme edilen hâtıratı tarihçiler arasında önemli bir tartışmaya neden oldu. Hakan Erdem, hâtıratta tespit ettiği maddî hatalar üzerine Gerçek ile Kurmaca Arasında Torosyan'ın Acayip Hikâyesi kitabını yayınlarken, Halil Berktay ve Taner Akçam konunun değişik cepheleri üzerine çok sayıda yazı kaleme aldılar.
Geçtiğimiz günlerde Independent gazetesinde Robert Fisk tarafından yayınlanan "Türkiye'nin Unutmayı Tercih Ettiği Ermeni Kahraman: Ermeni-Türk Subay Torosyan, Enver Paşa Tarafından Madalyalarla Ödüllendirildi" başlıklı makale ile tartışma uluslararası boyuta da taşınmıştır.
Fisk yazısında "sadık akademisyenlerin Çanakkale'de Türk ordularında varolan binlerce Arabı görmezden gelmek için ellerinden geleni" yapmakla kalmayarak işi "Çanakkale'deki kahramanlığı nedeniyle madalya ile ödüllendirilen bir Ermeni-Türk topçu subayını biyografisini uyduran bir yalancı olarak yaftalamaya" vardırdıklarını ileri sürüyor.
Fisk daha sonra önde gelen Türk tarihçilerin Torosyan'a "sahtekâr" etiketi yapıştırmaları nedeniyle Türkiye için "modern" ifadesi kullanılırken dikkat edilmesinin gerekliliğine işaret ediyor. İngiliz gazeteciye göre "Enver Paşa'dan madalyalar alan" Torosyan'a yapılan ve "Ermeni soykırımının inkârını simgeleyen bu rezil saldırı" Türkiye'nin Avrupa Topluluğu'na girmeyi düşlemesinin anlamsızlığını da ortaya koymaktadır.
Torosyan hâtıraları etrafında başlayan tartışmanın ulaştığı nokta ve Fisk'in yazısı iki konunun gündeme getirilmesini zorunu kılmaktadır. Bunlardan birincisi Osmanlı tarihinin "Türkleştirilmesi," ikincisi ise tarihçiler üzerinde yaratılan "siyasî doğruluk (political correctness)" baskısıdır.

İmparatorluk tarihinin Türkleştirilmesi
Osmanlı tarihinin "Türkleştirilmesi" ve ulus-devlet değerleriyle yorumlanması onun kendi bağlamında anlaşılabilmesi önündeki en önemli engellerden birisidir. Mirasçıları içinde sadece Türkiye Osmanlı tarihini sahiplenmekte, ancak bunu söz konusu tarihi "Türkler dışındaki unsurlardan" arındırarak yapmaktadır. Bunun neticesinde çok uluslu bir imparatorluğun tarihi Türklerin tarihine indirgenmektedir.
İlginçtir ki, diğer mirasçılar da "Türk işgali" olarak kavramsallaştırarak reddettikleri geçmişlerini Osmanlı'dan arındırmaktadırlar. Örneğin Yunan tarihçiliği "Tourkokratia"yı bir zulüm ve işgal dönemi biçiminde tanımladıktan sonra Rumların bu dönemdeki tarihini Osmanlı'dan bağımsız olarak incelemektedir.
Bunun neticesinde bir yandan Türklerin tarihine indirgenen, öte yandan ise farklı etnik grupların izole geçmişlerine dönüştürülen Osmanlı tarihini kendi bağlamında anlayabilmek imkânsızlaşmaktadır. Halbuki Osmanlı tarihi ne Türklerin tarihine ne de değişik etnik grupların sosyal yaşantılarının gelişimine indirgenemez. Her iki yaklaşım da Osmanlı tarihi alanında büyük resmin görülebilmesini önler.
Fisk'in de şikâyet ettiği tarihin Türkleştirilmesi ciddî bir sorundur. Örneğin 1908 İhtilâlini fiilen gerçekleştirerek Kanun-i Esasî'nin yeniden yürürlüğe girmesini sağlayanlar içinde Arnavutların çoğunlukta bulunmasına, eyleme VMORO sol kanadı ve Aromenis (Ulah) hareketinin çete teşkilâtının destek vermiş olmasına ancak ihtisas eserlerinde değinilir; bu gerçekler toplumsal algıda kendilerine yer bulamazlar. Benzer şekilde Yemen'de Zeydî imamlara karşı yürütülen mücadelede sadece Türklerin öldüğü varsayılır. Birinci Dünya Harbi'nde ise zafer Türk'ün, ihanet ise diğer unsurlarındır. Arap İsyanı'na katılanlardan katlarca fazla Arabın Osmanlı üniformasıyla savaştığı, harbin son günlerinde Kafkasya'da ilerleyen birliklerin önemli bir bölümünün Irak'dan tertip edilen asker olduğu genellikle dile getirilmez.
Bu çerçevede son dönem Osmanlı ordusunda gayrımüslim subayların varlığına da nadiren atıfta bulunulur. 1909'a kadar gayrımüslim efrad tertip edilmemesine karşılık, çok sayıda askerî doktorun yanı sıra ordunun muharip birliklerinde de az sayıda Müslüman olmayan zabit görev yapardı. Örneğin 31 Mart olayında "ifa-yı hidmet esnâsında gadren telef edildiği" dönem yayınlarında vurgulanan "vatanperverândan" Süvari Kolağası Ispatari Efendi bunlardan birisiydi. Ancak kimse onları hatırlamaz. Ne Türkleştirilen tarihte ne de değişik etnik grupların izole geçmişinde isimleri anılmaz.
Fisk'in Osmanlı tarihinin Türkleştirilmesi konusundaki itirazı anlamlıdır. Ancak Torosyan'ın hatırâları hakkında şüpheler izhar eden tarihçiler, onun savunduğunun tersine, imparatorluk tarihinin Türkleştirilmesi çabasına ciddî eleştiriler getiren kişilerdir. Başka bir ifadeyle Hakan Erdem ve Halil Berktay'ın Çanakkale'de Arap askeri ile gayrımüslim amele taburlarının bulunduğu ya da Osmanlı ordusunda gayrımüslim subayların varolduğunu gizleme benzeri bir amaçları yoktur.

Siyasî doğruluk ve tarihçilik
Fisk'in "Enver Paşa'dan madalyalar alan" Torosyan'a yapılan "rezil saldırı"ların "soykırım inkârcılığı" amacına hizmet ettiğini ileri sürmesi de anılan tarihçiler gözönüne alındığında fazlasıyla sorunludur. Bu tarihçilerin sorguladığı, "bir Ermeninin subay olabilmesi ve madalya ile taltif edilebilmesi" değil, Torosyan'ın "Enver Paşa ve diğer şahıslardan madalya almasının" gerçeği ne derece yansıttığıdır. Biri kitapta yer alan, diğeri ise yakın zamanda Internet ortamına konulan iki belgedeki imlâ hataları, cümle düşüklükleri, yanlış harflerle yazılmış kelimeler bunların gerçek olması ihtimâlini ortadan kaldırmaktadır. Bu tür hataların değil Harbiye Nâzırı'nın imzasına sunulacak bir belgede, ibtidaî talebesi tarafından yazılan müsamere taslağında bile yapılması imkânsızdır. Buradan hareketle Torosyan'ın her dediğinin gerçek dışı olduğu sonucuna varmak doğru olmazsa da tarihçilerin bunları görmezlikten gelmesi ve sorgulamaması mümkün değildir.
Dolayısıyla işini ciddiye alan tarihçilerin söz konusu kitap Hasan Rıza adında birisi tarafından yazılsaydı sorgulayacakları bir durumu, hâtırat Sarkis Torosyan tarafından dikte ettirildiği için "siyasî doğruluk" gereğince gözardı etmelerini beklemek anlamlı değildir. Osmanlı vatandaşı Ermenilerin yaşadıkları büyük trajedi tarihçilerin tarihî malzemeyi değerlendirirken farklı yöntemler kullanmalarına neden olamaz. Bu alanda "siyasî doğruluk" baskısı yaratmanın "siyaseten doğru" olmadığı da unutulmamalıdır.
Fisk basmakalıp "inkârcılık," "unutturmaya çalışma" ve "tarihe karşı Türk milliyetçiliğinin galibiyeti"ni sağlamaya hizmet benzeri yüksek perdeden suçlamalarda bulunma yerine okumadığı anlaşılan eleştirileri dikkatle gözden geçirmelidir.
Bunu yaptığında, Osmanlı geçmişinin kendisinin de arzuladığı biçimde anlaşılmasına çalışan tarihçileri "inkârcı rejim sözcüleri" olarak yaftalayarak "siyaseten" ne denli yanlış bir iş yaptığını da farkedecektir.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA