Anayasa yapımı alanında karşılaşılan tıkanma "siyaset"in kurumsallaşma alanındaki başarısızlığını kanıtlamaktadır. Diğer bir ifade ile sadece belirli partiler değil, bir kurum olarak "siyaset" toplumun beklentisine cevap verememiştir. Bu ise "siyaset"in kurumsal düzeyde toplumsal gelişmenin fazlasıyla gerisinde kaldığını göstermektedir. Siyasetin temel işlevinin toplumsal beklentileri cevaplamak ve talepleri karşılamak olduğu gözönüne alındığında bu başarısızlığın öze yönelik niteliği de ortaya çıkmaktadır.
Ancak diğerlerini de içine alacağı için siyasetin bir kurum olarak kavramsallaştırılmasına dahi itiraz edecek siyasî partilerin bunu bir başarısızlık olarak gördükleri şüphelidir. Türkiye'nin önemli bir sorunu partilerin ve siyasetçilerin çoğunluğunun "siyaset"in bir kurum olduğunun farkında olmamasıdır.
Siyasetçilerin böylesi bir kurumsal "siyaset" kavramsallaşmasını ancak Zincirbozan ikameti gibi olağanüstü koşullarda yapabilmelerinin nedenleri üzerinde durmak gereklidir.
Siyaset geleneğimiz
Türkiye siyasetin "devlet adamları" olarak nitelendirilen bürokratlar tarafından yapıldığı bir geleneğin mirasçısıdır. Onlar tarafından yapılan siyaset ise "avam"ın anlamlı isteklerde bulunamayacağı varsayımı ve "hikmet-i hükûmet" düstûru çerçevesinde üretilmiştir. Diğer bir deyişle merkezde, yukarıdan aşağıya üretilen tek yönlü "yüksek siyaset," siyaseti toplumsal beklentileri karşılayan bir işlev olarak görmemiştir.
İlginç olan bu tür "siyaset"i üreten bürokrasinin, kişiler etrafında oluşan klikler ve "gelenekçilik-ıslahâtçılık" eksenindeki ayrımlara karşılık kurumsallaşmayı başarmasıdır. Bu bürokratlar, "devletin çıkarları" ve kendi etki alanlarını koruma ilkeleri etrafında, fikir ve yaklaşım ayrılıklarına karşın kurumsal bir konum alabiliyorlardı.
1908 sonrasında siyasî partilerin doğuşu ve "seçim"in gündeme gelişi önemli değişikliklere neden olmuşsa da "avam"ın gerçek anlamıyla siyaset yapımına katılmasını ve bu işlevin iki yönlü bir karakter kazanmasını sağlamamamıştır. İlk seçimden sonra yapılanların atamaya dönüşmesi ve bürokratların kontrolündeki para-militer bir örgütlenmenin iktidar tekeli yaratması, doğan ümitlerin kısa sürede hüsranla neticelenmesine neden olmuştur.
Böylesi bir yapının mirasçısı Erken Cumhuriyet de hakiki siyasetin "yüksek siyaset" olduğu yaklaşımını benimsemiş, daha doğrusu toplum mühendisliğinin "siyaset" olduğunu varsaymıştır. Bu durumda gerçek anlamda bir "siyaset kurumu" kavramsallaşması ancak 1950 sonrası anlamlı olabilir.
Ancak 1960 sonrası vesayetçiliği ve siyasetin bir kanadının bürokratik "yüksek siyaset"i savunarak meclisi halka değil, "devlete ait bir kurum" ve "devlete meydan okunamayacak" bir mekân olarak görmesi siyasetin kurumsallaşması önündeki iki temel engelden birisi olmuştur.
Burada karşılaşılan ikinci engel ise oluşan kimlik siyaseti gettolarının "dar siyaset" yaklaşımlarıdır. Bu çerçevede yapılan "siyaset," farklı tezleri savunanların da dahil olduğu, kurumsal bir siyaset kavramsallaşması yapılmasını önlemektedir.
Bipartisan siyaset anahtarı
Siyasetin kurumsallaşamayarak, dar kapsamlı kimlik siyaseti ve rakip siyasî örgütlenmelerin tezlerine karşı çıkma olarak algılanması anayasa yapımının da dahil olduğu alanlarda toplumsal ortak paydaların yaratılmasını önlemektedir.
Türkiye'nin dile getirilen tüm tepkilere karşın otuz yılı aşkın bir süredir darbe anayasası ile idare edilmesinin, siyasetin toplumun çeyrek asır gerisinde kalmasının başka şekilde açıklanabilmesi mümkün değildir. Vesayetin sona erdiği, Anayasa Platformu ve diğer sivil toplum örgütlenmelerinin Türkiye'nin dört bir yanında toplantılar düzenleyerek toplumsal beklentinin ana hatlarını ve bir ortak paydayı ortaya çıkarttığı bir dönemde yaşanan başarısızlığın makul bir gerekçesi de yoktur.
Bu kendimize örnek aldığımız ve sıklıkla meşrulaştırma aracı olarak kullandığımız Batı siyasetinin pek de gündemimize gelmeyen bir kurumunu tartışmamızın yararlı olabileceğini düşündürmektedir. Bâzı siyaset bilimcilerin, azınlığın çoğunluğun uygulamalarını engelleyebildiği Amerikan sistemine mahsus olduğunu düşündükleri, ancak diğerlerinin İngiltere benzeri parlamenter sistemlerde de geçerli olabildiğini savundukları "bipartisanship" bilhassa kilitlenen anayasa yapımı tıkanıklığını açacak bir anahtar olabilir.
"Bipartisanship" siyasetin tıkandığı noktalar ve dış siyaset yapımı benzeri konularda siyasetin, bir kurum olarak, temel siyasî aktörler arasındaki farklı görüşleri uzlaştırarak sonuç almasıdır. II. Dünya Savaşı ardından kazandığı önemi kaybetmekle birlikte ABD'de geniş kapsamlı, tüm toplumu etkileyen ve toplumsal beklenti düzeyinin yüksekliği nedeniyle geciktirilmesinin kamu zararına olacağı kabul edilen konularda siyasî kararlar hâlâ bu yolla alınabilmektedir. Avustralya'da da büyük tartışmalara neden olan antiterör yasası 2009'da bipartisan bir süreç sonrasında kabul olunmuştur.
Bir anahtar olabileceğini vurguladığımız bipartisan yaklaşımın toplumumuz literatüründeki "siyaset üstü"lük ile bir ilişkisinin bulunmadığını belirtmek gerekir. Söz konusu olan "siyaset"i devreden çıkaran, yukarıdan aşağı bir bir karar alımı değil siyaset içi, kurumsal bir uzlaşmanın yaratılmasıdır.
Türkiye'de mümkün mü?
Siyaset geleneğimiz ve "siyaset"in kurumsallaşamaması şüphesiz toplumumuzda bu tür uzlaşmalara ulaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bunun yanı sıra Türk siyasetinde azınlığın çoğunluğu engelleyebilmesinin anayasa değişikliği benzeri son derece sınırlı alanlara münhasır kalması bipartisan yaklaşımın siyasî kültürümüzün bir unsuru haline gelmesini engellemiştir.
Yeni anayasa yapımı bunun tartışılması ve uygulanmasının başlangıcı olabilir. Yürütmenin aşırı derecede güçlendiği, çoğunluğun azınlığı dinlemeyi, azınlığın ise çoğunlukla uzlaşmayı zul olarak gördüğü, siyasetin farklı toplumsal taleplerin uzlaştırılması değil karşı tezlerin çürütülmesi olduğunun düşünüldüğü bir toplumda bunun ne denli zor olacağı açıktır. Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun çalışması bu alandaki güçlükleri ortaya koymaktadır.
Bu alanda yaşanan başarısızlığa karşın, zorluğun fırsata dönüştürülerek toplumsal bir sözleşmenin uzlaşma yoluyla kaleme alınması bipartisan siyaset yapımı konusunda da milat olabilir. Bu aynı zamanda siyasetin Türkiye'yi darbe anayasasına mahkûm etme utancından kurtulmasını da sağlayacaktır.
Ancak bunun gerçekleşebilmesi her şeyden önce temel siyaset aktör ve liderlerinin siyasetin bir kurum olduğunun bilincine varabilmeleriyle mümkün olabilir. Bu yapıldığında, toplumun beklentisi olan özgürlükçü bir anayasayı yapamamanın tekil olarak partilerin değil bir kurum olarak "siyaset"in başarısızlığı olduğunu da anlayabilmek ve buna çözüm getirmeye çalışmak mümkün olacaktır.