Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Ortak tasavvur geliştirilemezse sonuç alınamaz

Karşı karşıya olduğumuz en büyük sorun yeni bir toplumsal tasavvur üreterek mevcut meselelerimizin tartışılacağı bir bağlamın yaratılmasıdır

"Farklı Dil ve Lehçelerin Öğretilmesi Hakkında Kanun" çerçevesinde "yerel dil ve lehçelerin öğretilmesi" yolunun açılması Başbakan'ın da dile getirdiği gibi "tarihî bir adım"dır. Ancak "açılım" olarak adlandırılan siyaset paketinin yeni bir uygulaması olan bu kanun ve onu takip edecek adımların başarılı olabilmesi bu tür anlamlı "adım" ve "atılım"ların bir toplumsal tasavvurun parçası olmasına bağlıdır.

Gerçeği kabûl sorunu çözer mi?

Uzun yıllar yarattığı ideolojik "olması gereken" toplum tasavvuru çerçevesinde farklılıkları "olmamaları gerektiğini" savunarak reddeden bir yapıda "farklı dil ve lehçelerin" yaşadığının, onların öğretilmesinin doğal olduğunun kabûlü şüphesiz "tarihî" bir gelişmedir. Ancak farklılıkların varlığının kabûlü bir gerçekliğin tespitinden başka bir şey değildir. Katı ve yasakçı bir ideoloji çerçevesinde gerçeği reddederek, ideolojik ideallerimizi sürekli biçimde tekrarlamamız, bizi gerçekliği kabul ederek sorunlarımızı çözeceğimiz türünde bir inanca sahip kılmamalıdır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüz elli yıllık tarihi, farklılıkların varlığının, değişik dillerin yaşadığının kabûlünün, onların öğretimine müsaade edilmesinin bir devlet merkezi ile idaresi altındaki gruplar arasındaki ilişkileri düzenlemekte yeterli olmadığını açık biçimde ortaya koyar. Örneğin Ermenilerin asırlardır Osmanlı merkezi tarafından tanınan, özgünlüğü kabul edilen bir "millet" olması ve Ermeni dilinde eğitim yapılması, Ermeni toplumu ile merkez arasında büyük trajedilere yol açan bir çatışmanın yaşanmasını önleyememişti. Benzer hakları Cumhuriyet döneminde de tanınan Ermenilerle Ankara arasındaki ilişki de fazlasıyla sıkıntılı olmuştu.
Milliyetçilik hareketleri sonrasında Osmanlı merkezinin Müslüman toplumlara kültürel haklar tanıma alanında daha fazla ayak sürüdüğü doğrudur. Örneğin Arnavutların anadilde eğitim ve ayrı alfabe kullanma taleplerinin ısrarla reddi, "resmî dil" kavramının katı yorumuyla Arap vilâyetlerinde Arapça kullanımına sınırlamalar getirilmesine çalışılması ciddî sorunları beraberinde getirmişti. Ancak bunlardan vazgeçilmesi, meselâ Arnavutların anadilde eğitim ve benzeri kültürel taleplerinin kabûlü sorunu çözmemiş ve Arnavutluk'un imparatorluğun bir parçası olarak kalmasını sağlayamamıştır.

Talep-verme-alma ilişkisi

Farklı toplumlarla Osmanlı merkezi arasında yaşanan ilişkinin ortak bir tasavvurdan yoksun bir ikili "alma-verme" ilişkisine evrilmesi ise tüm örneklerde de görüldüğü gibi ayrışmayı hızlandırmıştır. Burada söylenmeye çalışılan bir devlet ile toplumsal unsurlar arasındaki ilişkinin tartışılması değildir. Zannedilenin tersine, bu tür ilişkiler çerçevesinde oluşturulan kimlik ve statüler her zaman "pazarlık" konusu olmuş, sürekli değişmişlerdir. Bu doğaldır; ama bu tür pazarlık ve statü değişimlerinin ortak bir tasavvurdan yoksun bir bağlamda gerçekleşmesi kaçınılmaz olarak bölünme ve ayrışmayı beraberinde getirir.
Dolayısıyla karşı karşıya bulunduğumuz sorun belirli taleplere cevap verilmesi ya da statülerin pazarlığının ötesindedir. Yapılması gereken bunların içinde tartışılacağı bir tasavvurun yaratılmasıdır. "Osmanlılık" tasavvurunun bir kenara bırakılması sonrasında "kendi toplumları adına taleplerde bulunan unsurlar" ile "her seferinde istenilenden azını hegemonik bir ilişki çerçevesinde ihsan eden" merkez arasındaki "alma-verme" ilişkisinin sorunları çözmediğini tarihimiz bize göstermektedir.
Yaşadığımız "açılım" sürecinin temel sorunu da tedricen böylesi bir "almaverme" ilişkisine dönüşme karakteri kazanmakta olmasındadır. Toplum adına, şiddet de kullanılarak dile getirilen talepleri merkez kâğıt üzerinde toplumun geneli için, uygulamada ise ikili bir ilişki çerçevesinde bir unsura yönelik olarak istenilenden azını vererek cevaplandırmakta, bu ise ortak tasavvurdan yoksun bir sonraki pazarlık turunun başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

Ne yapmalı?
Tekrar altını çizmemiz gerekirse demokratikleşen bir toplumda statü ve hakların pazarlığı doğaldır ve bunun uzun süre yaptığımız gibi "ayrılıkçılık" olarak görülerek yasaklanması son derece sakıncalıdır. Böylesi bir yaklaşım sadece demokratikleşmemizi önlemekle kalmamış, statü ve haklar alanındaki tartışmaların çatışmaya dönüşmesine de katkıda bulunmuştur. Ancak bu, tartışmanın içinde yapılacağı bir ortak tasavvurun üretilmesinin zorunlu olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Bunun kolay olmadığı, bu tür bir tasavvura da ciddî eleştirilerin getirileceği doğrudur. Örneğin "Büyük Britanya" tasavvuru çerçevesinde 1707'de İskoçya ile gerçekleştirilen birlik hâlen tartışılmakta ve ondan çıkılmasını talep edenler İskoç toplumunda ciddî bir taban oluşturmaktadır. Ancak buradan hareketle yeni bir tasavvurun gereksizliğini savunmak mümkün değildir. Dolayısıyla karşımızdaki sorun taleplerin istenilenden azının verilerek karşılanması, böylece yeni bir dengenin kurularak çatışmanın geçici olarak durdurulmasının sağlanması değildir. Yapılması gereken çoğulcu ortamda, yaygın katılımla bir ortak tasavvur oluşturulması ve tartışmaya bağlam kazandırılmasıdır.

Anayasa yapımı fırsatı
Yeni toplumsal tasavvurlar üretilmesi kolay değildir. Bunlar ancak belirli dönüşümlerin ardından, eski tasavvurların içinin boşalması sonrasında yaratılmaktadır. Örneğin "Osmanlılık" benzeri bir tasavvurun yaratılması, ancak Tanzimat'ın getirdiği büyük dönüşüm sonrasında gerçekleşebilmişti. Erken Cumhuriyet sonrasında yarattığımız tasavvurun günümüz Türkiye'sini taşıyamaması, değişen dünya içinde bir anakronizm haline gelmesi de benzeri kapsamda bir dönüşüme neden olmuştur. Bu noktada yeni bir tasavvurun üretilmesi kaçınılmazdır. Böylesi bir tasavvur ise Kürt sorununun da dahil olduğu pek çok meselemizin ikili "talepalma- verme" ilişkisine dönüşmeden tartışılmasını sağlayacaktır. Bu açıdan bakıldığında bir anti-anayasa belgesi olan 1982 Anayasası'nın yerine yeni bir toplumsal tasavvuru dile getirecek bir temel kanunun yapılması büyük bir fırsatı ortaya koymaktadır. Bu anlamıyla yapacağımız sadece bir anayasa değil bir toplumsal tasavvur belgesi de olacaktır.
Bunu yapmazsak ikili pazarlıklar çerçevesinde ne verilirse verilsin ve ne alınırsa alınsın, bir bağlamın var olmaması nedeniyle meseleler yine çözülmeyecektir. Bu tarihî dönemeçte sorumluluğun sadece siyasete ve iktidara düşmediğinin de vurgulanması gerekir. Güçlü iktidar ve liderlik "verme" ya da "alma"nın koşullarını topluma ya da onun belli bölümlerine kabul ettirebilir; ama yeni bir tasavvur oluşturamaz. Bunun mutlaka çoğulcu ortamda, yaygın katılımla üretilmesi gerekmektedir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA