Sevgili okuyucular, insanın yaşı 70'ine merdiven dayayınca ve bir de siyasî hâdiselerde bazen oyuncu, bazen de seyirci olarak bulununca, olaylar ona fazla tesir etmiyor.
Ben 27 Mayıs Darbesi'ne henüz 15 yaşında bir lise ikinci sınıf öğrencisi olarak yakalanmıştım. Ailece bu darbenin sıkıntısını çekmiştik. 'Gençlik', 'Kahrolsun diktatörler!' diye bağırtılarak Plevne Marşı ile yürütülmüştü. Olaylarda kimsenin burnu dahi kanamamıştı ama cuntanın postal yalayıcısı basın ve radyo, çok sayıda gencin Et-Balık Kurumu'nda kıyma yapıldığını ilân etmişlerdi. CHP'nin düzenlediği 27 Mayıs Darbesi sonunda, devlet cuntacılar tarafından bütün erkleriyle İnönü'ye ve CHP'lilere verildi ve milletin sevgilisi olan Başbakan Menderes ile iki bakanı alçakça şehit edildiler. 21 Mayıs 1963'te darbeci Talât Aydemir ve arkadaşları, bu defa Kara Harp Okulu'nu yürüttüler. Yani 'Gençlik' gene yürütülmüştü. Ancak, daha sonra ipten kendilerini kurtaramadılar.
12 Mart 1971 öncesinde 'Gençliğin' yürümesi, tamamen ideolojik bir hüviyet kazanmıştı. Marksistler ve Maocular bir taraftan soğuk savaşın icaplarını uygularken, diğer taraftan da TSK vasıtasıyla devleti ele geçirmeye çalışıyorlardı. 'Yürüyenler' ve şiddet gösterisinde bulunanlar bu defa da kazanmış; 12 Mart Muhtırası ile demokrasinin kesintiye uğramasını sağlamışlardı. 'Üç Fidan' olarak efsaneleştirmeye çalıştıkları şehir eşkıyasını kaybettiler ama sosyalist '11'ler Hükûmeti'nin hâkimiyetini gerçekleştirdiler.
12 Eylül Darbesi de gene bu sözüm ona 'Yürüyen Gençlik' tarafından hazırlandı. Daha doğrusu bu grup 12 Eylül Cuntacıları tarafından kullanılıp daha sonra cezaevlerine tıkıldılar. Darbeciler gençlik gruplarına bırakınız yürümeyi, konuşmayı bile çok gördüler.
28 Şubat'ta ise 'Gençleri' değil 'Tankları' yürüttüler. Bir yandan da uşaklıklarını yapan medyada 'irtica halüsinasyonları' sergilediler.