Mehmet Barlas'ın yazısında şöyle bir anekdot vardı: 'Dün ölen Kuzey Kore despotuna Rusya'daki tren seyahatine eşlik eden Rus diplomat Pulikovsky'nin anlattığına göre, Kim Jong-il'in sofrasında her gün mutlaka bir taze ıstakoz bulunurmuş. En az 10 kadeh şarap içermiş ve dijestiv olarak da Hennessy VSOP konyağı tercih edermiş.'
Bu cümleyi okuyunca tebessüm etmekten kendimi alamadım. Çünkü o anda aklıma, Kuzey Kore'nin hemen yanı başındaki Güney Kore geldi. Coğrafî olarak ikiye ayrılan ama her ikisinde de Kore'lilerin, yani aynı soydan gelen kardeşlerin yaşadığı iki 'ayrı' ülke. Yani, bir elmanın iki yarısı gibi... Lâkin, o elmanın bir yanı sağlam, temiz ve sağlıklı; diğer yarısı ise kurtlu, çürümüş ve sağlıksız.
Elmanın sağlıklı ve sağlam kısmında, yani Güney Kore'de kişi başına millî gelir 20 bin dolar civarında iken, bu rakam Kuzey Kore'de bin 250 dolar. Güney'de insanlar refah, bolluk ve huzur içinde, daha da mühimi özgürlükler içinde yaşarken Kuzey'de insanlar açlıktan kırılıyor; sokaklardaki kedi ve köpekleri yiyor; bebekler ilaçsızlıktan can veriyor. Hürriyetlerin kısıtlandığı, dış dünya ile ilişkilerin tamamen koparıldığı, internetin dahi kesinkes yasaklandığı Kuzey Kore'de tam bir despotizm ve diktatörlük söz konusu. Kuzey Kore, âdeta sosyalizmin iflâsının canlı tablosu gibi...
***
Berlin'deki
Utanç Duvarı'nın yıkılması;
Doğu Bloku'nun ortadan kalkması ve ardından
Sovyetler Birliği'nin çökmesinin üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ komünist ve otoriter sistemde ısrar eden sayılı ülkelerden biri olan
Kuzey Kore'de bir nev'i monarşi hüküm sürüyor. Tıpkı
Küba'da
Castro'nun, yerine kardeşini monte etmesi gibi
Kuzey Kore'de de, ölen
Kim Jongil'in yerine oğlu
Kim Jong-un geçti. Kâğıt üzerinde adı
'cumhuriyet' olan ama ne hikmetse
'cumhur'un hiçbir söz ve seçme hakkının olmadığı monarşik bir düzenle yönetiliyor
Kuzey Kore.
İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde parçalanan ve ikiye ayrılan
Kore'nin kuzeyinde 1948'de kurulan komünist yönetimin ilk lideri
Kim il Sung'du. Onun ölümünün ardından 1994'te oğlu
Kim Jong-il başa geçti. Şimdi de onun oğlu
Kim Jon-un bu zincirin bir diğer halkası olarak
Kuzey Kore'yi yönetecek. Öyle görünüyor ki, sistem çökmez ise, ondan sonra da bir başka oğul bu sosyalist hanedanlığı sürdürecek.
***
Nüfusu 25 milyon civarında olan
Kuzey Kore'de
GSMH'nın yüzde 32'sinin askeriyeye ve silahlanmaya ayrılması, her dört
Kore'liden birinin bir şekilde askerî alanlarda görev yapıyor olması, tipik bir otoriter-totaliter rejim uygulamasıdır. Tıpkı, çökmeden önceki
Sovyetler Birliği'nde ve
'tek adam'ın hüküm sürdüğü
Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi,
Kuzey Kore de,
'tehlike' olarak gördüğü dış dünyaya karşı bir
'güvenlik' kalkanı oluşturma cihetine gitmiştir.
Ne var ki, silahlanmaya bütçesinden olağanüstü pay ayıran fakat öte yandan halkı açlık ve sefalet içinde yüzen bir yönetimin
'kendimizi korumak zorundayız' gibi bir bahaneye sığınması sadece bir kandırmacadan ibarettir. Bu tür rejimlerde böylesi bir silahlanmanın, iktidarın kendisini korumak için yapıldığını artık herkes bilmektedir. Diğer taraftan, geniş bir kimyasal ve biyolojik silah programına sahip olduğu bilinen
Kuzey Kore'nin, nükleer silah alanında da tehdit ve tedirgin edici safhalara ulaşması, totaliter ve otoriter bir rejimin kendini koruma adına nasıl bir maceraya girdiğini göstermesi açsından manidardır.
Liderleri
Kim Jong-il'in ölümünden sonra
Kuzey Kore halkının gözyaşlarına boğulduğunu ve üzüntüden kendilerini harap ettiklerini televizyon ekranlarından gördüğümde çok şaşırmıştım. Daha sonra, gazetelerde bu ağlama ayinlerinin
'sahte' ve
'zorlamalı' olduğu, ekranlarda görünen insanlara bu tür davranışlar sergilemesi yönünde
'sisteme özgü' baskılar yapıldığı şeklindeki haberleri görünce acı gerçeği anladım.
Hâlâ çağdışı marksizm ve sosyalizmden medet umanlar varsa,
Kuzey Kore'nin rejimini incelemeli ve
Güney Kore ile mukayese etmelidirler.