Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, ANAP döneminden arkadaşım, Avrupa'yı çok yakından takip eden, eski bakan Bülent Akarcalı'yı misafir ediyorum. Akarcalı'nın görüşlerine aynen katılıyorum. Akarcalı şöyle diyor:
'Ülkemizde Saint (St.) Joseph, St. Michel, St. Benoit, St. Pulchery, Dame de Sion gibi Osmanlı döneminde Fransızlar tarafından ve Tevfik Fikret, Galatasaray ve Küçük Prens gibi Türkler tarafından kurulmuş okullar vardır. Tevfik Fikret ve Küçük Prens, Cumhuriyet dönemine ait okullardır.
Bu okullardan her yıl bine yakın gencimiz mezun olur.
Fransızcanın bir dünya dili, diplomatik iletişimin vazgeçilmez bir parçası olduğu dönemlerde Fransızca bilenlere ihtiyaç çoktu. Bugünlere bakınca tam tersi bir durumun varlığını tespit ediyoruz. Fransızca artık dünya dili olmaktan tamamen çıkmış, diplomasi dahil olmak üzere, ekonomik, sosyal ve hattâ kültürel alanda hiç kullanılmaz hâle gelmiştir. Edebiyatta, sinema, tiyatro hatta müzik dallarında dahi son yirmi yıldır küresel boyutta kendini gösteren ve Fransızca bilmeyi haklı kılacak Fransız sanatçı bile kalmamıştır. Küreselleşen dünyada İngilizce başını alıp gitmiştir.
Yukarıda saydığım okullarda yılda 15-20 bin liraya mal olan eğitim alan gençlerimiz eğer Fransızcanın yanına İngilizce, Rusça, İspanyolca gibi bir dil eklemezlerse, Fransız firmalarında bile iş bulamamaktadırlar. Çünkü o firmalar dahi dünya çapında iş yaparken, ithalat ve ihracatlarında İngilizce kullanmak zorunda kalmaktadır. Bugün ülkemize gelip yerleşmiş Fransız sermayeli birçok şirketin başında hiç Fransızca bilmeyen yöneticiler vardır. Çünkü esas olan işi bilmektir, gerektiğinde bir tercüman bulursunuz.
Ben Saint Joseph'ten mezun oldum. İyi bir eğitim aldım. Arkasından bir burs kazanıp Belçika'da üniversiteyi de Fransızca okudum. Takip eden iş ve siyaset hayatında ise en büyük ihtiyacın İngilizce bilmek olduğunu gördüm. Fransızcamla hiçbir zaman dünya çapında ilişki kuramadım. Bir tek Fransızca ile kapalı, dar bir dünya dışına çıkılamadığını gördüm. Kızım ve oğlum da Fransızca biliyorlar ve aynı durumu yaşıyorlar.
***
Fransa'nın ülkemize yönelik husumetini yalnız
Sarkozy'ye ve
Fransız sağına bağlamak yanlış ve aldatıcı olur. Her ne kadar
Fransa'nın son bir asırdır gördüğü en popülist ve ilkesiz bu kişi siyaset adamı olarak devletin başında bulunsa da, kendisi var olan bir duyguyu kaşımaktan başka bir şey yapmamaktadır
Türkiye'ye karşı açık ve gizli yürütülen politika ve uygulamalara ciddî tepki gösteren herhangi bir
Fransız aydın grubuna da şimdiye kadar rastlamadım. Kendini daha insancıl gösteren
Fransız Sosyalist Partisi içinde, aşırı sağcı
Millî Cephe'de bulunan milletvekillerini aratacak düzeyde bağnazlara rastladım.
Türklere yakın olduklarını iddia edenlerin, özünde tam tersine azılı birer
Türk aleyhtarı olduklarını tespit ettim.
Avrupa Parlamentosu'nda kurulan
Türkiye Dostluk Gruplarına girenler içinde de bunlar vardır.
Makyavelik bir siyasî ahlâk anlayışıyla, bu gruplarda yer alarak gerçek
Türk dostlarının etkin olmasını önlediklerine şahit olduk.
Sarkozy'nin,
Türkiye'yi aralarında görmek istemediğine dair son beyanatlarındaki keskinliğe bakınca artık bizim
Fransa'yla, ekonomik ilişkiler dışında bir bağımızın kalmadığı anlaşılmaktadır.
***
Türkiye'nin,
Türklerin dünyasında bundan böyle
Fransa ve
Fransızcayla ilgili hiçbir şeyin kalmaması en doğal sonuç olarak kabul edilmelidir.
Hattâ bu kadar çok
Fransızca eğitim veren okula ihtiyaç var mıdır? Çocuklarımıza hızla değişen dünyada önemi, ağırlığı, etkisi kalmayan ve ülkemize yarar sağlamayan bir dili ve o dilin kültürünü öğretmede ısrarın anlamı var mıdır? Sorularını cesaretle sormalıyız.
Gençlerimizi, geleceği olmayan
Fransızca yerine
Baltık ülkelerinden
Çin'e kadar olan coğrafyada kullanılan ve kullanılmaya devam edecek
Rusça ile yukarda saydığım dilleri ve bu dillere ait kültürleri öğrenmeye teşvik etmemiz gerekmez mi?
Her yıl
Fransızca eğitim veren okullardan mezun olan binlerce gencimize, olmayan bir istikbal hazırlayarak en büyük kötülüğü yapmıyor muyuz?
Aleyhimize bunca tavrına rağmen
Fransa'ya, kendi tabirimizle
Fransız kalmaz isek bize dostluk ve yakınlık gösteren ülkelere,
Fransa'ya gösterdiğimiz ilginin onda birini dahi göstermeyerek haksızlık etmiyor muyuz?
Fransızca eğitim veren bir devlet üniversitemiz varsa, neden bir tane de
Türk-Rus,
Türk-İspanyol,
Türk-Çin,
Türk-Japon,
Türk-Arap üniversitemiz olmasın?
Gelişen ve dünyaya açılma hızına, dünyaya kendini itibarla kabul ettirme başarısını eklemiş bir
Türkiye'nin
Fransa'ya vereceği en iyi cevap,
onu yok saymaktır. Tepki vermek bile ona fazla değer vermek olur.'