Yine bir yemek masası, yine bir zihin bulandırıcı sohbet ortasında kaldım geçenlerde. Masadaki evlenip boşanmış, tek çocuklu, beyaz yakalı erkek arkadaşımız sosyal medya üzerinden kendisine nasıl yeni bir kimlik yarattığını anlatıyordu.
Bekar bir baba olarak çocuğuyla nasıl da ilgili olduğunu göstermek için, parklarda bahçelerde kahkaha dolu story'ler attığından, büyüklerine nasıl da saygılı olduğunu göstermek adına anne babasıyla yemek masasında pozlarını paylaştığından, yeme içmeden anladığını göstermek için, ünlü restoranları etiketlediğinden, karenin içinde ucundan yemek ve içki kadehi olan kareleri koymayı ihmal etmediğinden bahsediyordu. Yani oturmuş bize nasıl bir dolandırıcı olduğunu anlatıyordu... Yeni nesil dolandırıcı.
BAŞKA BİR HAYAT
Aslında bunların hiçbirinin gerçek olmadığını biz hepimiz biliyoruz. Çocuklarını zor bela eski karısının zoruyla gördüğünü, anne ve babasının hiçbir gereksinimiyle ilgilenmediğini, gece eve gidip PlayStation oynamaktan başka sosyal hayatı olmadığını biz biliyorduk, o da biliyordu ama Avatar'ı başka bir hayat yaşıyordu.
Sonra sosyal medyada gördüğüm, sıkça takip ettiğim insanlara baktım, kendime de baktım... Mutlu aile pozları, eğlencenin dorukta olduğu dans videoları, her ortamın prensi ve prenseslerini inceledim.
Özcan Deniz'in oğluyla karesine baktım uzun uzun... Bizim gazetecilikte, babalar günü kapağı olarak kullanabileceğimiz imaj fotoğrafları gibiydi... Baba çocuğu havalara uçurmuş, kahkahalarla gülüyorlar. Çok mutlular... Fotoğraf çok mutlu en azından...
Oysa o tatlı çocuk, o masum çocuk doğduğu andan itibaren anne ve babasının savaşının ortasında yaşıyor. Kiminle mutlu olsa suçlu hisseder halde. O yaşta suçluluk duygusuyla tanıştı bile. Baba bir yana, anne bir yana çekiştiriyor. Ama pozlara baksan, dünyanın en mutlu evladı.
Sonra Ahu Yağtu ile Cem Yılmaz arasında bitmeyen nafaka hikayesine takılıyorum. Orada da pozlar mutlu. Cem Yılmaz oğluyla bir aradayken baba oğul bomba gibiler. Anneyle zaten her şey mükemmel. Oysa anne baba para savaşında. Çocuk yine arada...
Seda Sayan yeni evlendiği eşiyle aşkın 50 tonunu yaşıyor. Eşinin oğluyla da aile gibi poz veriyor. Her şey ne kadar güzel... Ama arkada fırtınalar kopuyor, çocuk kendi hesabından açıklamalar yapmak zorunda kalıyor.
Kadının birini görüyorum ismi lazım değil, kendi de dahil tüm piyasa onu kocasının defalarca kez aldattığını biliyor ama o eşiyle romantik bir yemekte baş başa pozu veriyor.
Poz vermekten yorulmadık mı artık! Kendi adıma ben çok yoruldum. Kuyruğu dik tutmaktan, mış gibi yapmaktan, Avatarımdan çok sıkıldım...
YALAN DÜNYA
Bunun bir adı varmış... Ördek sendromu! Hayatın dışarıdan mükemmel göründüğü, ancak aslında öyle olmadığı durumlarda kullanılan bir ifade bu! Stanford Üniversitesi tarafından ortaya atılan bir sendrom bu...
Bir hikayesi de var, suyun üzerinde keyifle, dans eder gibi yüzen ördekleri düşünün. Nasıl çabasız ve kendi halinde mutlu görünürler onlar... Suyun üst kısmından bakarken herhangi bir problem olduğunu düşünmeyiz, esas kaos aşağıdadır oysa... Ördek o küçük perdeli ayaklarını hızlıca çırparak suyla mücadele eder... Su üstünde kalmaya çalışır...
İşte buna deniyor Ördek Sendromu... Esas soru şu, aramızdaki ördekler kimler? İnsanlar gerçekten göründüğü kadar mutlu, sosyal, zengin, eğlenceli, başarılı mı? Sıkı durun açıklıyorum: Değiller!
Mükemmelin peşinde koşan bu dünyanın esiri olmayın çünkü mükemmel diye bir şey yok.
BASIN KADAR BAŞINIZA TAŞ DÜŞSÜN!
Sefo, asıl adıyla Seyfettin kardeşim, şarkılarını konserde vokallerine söyleten Berkay ve Oğuzhan Koç'a atarlanmış. "Madem şarkılarımı dinlemiyor ve sözlerini bilmiyorsunuz, vokallerinize de söyletmeyin" demiş. Ne büyük sorun! Bu açıklamayı da konser çıkışı gazetecilere yapmış.
Yani belediyede verdiği konseri takip eden, ondan demeç alma zarifliğini gösteren basın mensuplarına... Sonra kabak basın mensuplarının başına patlamış. Kafa bir dünya ettiği laflardan sabah pişman olunca, çark edince basına röportaj vermeyeceğim demiş çıkmış işin içinden. Ne büyük kayıp basın için! Bu insanlara kim gaz veriyor böyle, hangi aklı evvel şişiriyor bu adamları, ne sanıyorlar kendilerini...
Vermezsen verme, kimsin sen ya... Vereceğin röportaj kadar, basın kadar taş düşsün kafana! Seni o kafayla sahneye çıkaran da kabahat! Üstelik inkar ettiği o sözleri, gerçekten söylediğine dair kayıtlar da ortaya çıkmış. Buyur bir de buradan yak!
DİRENEMİYORUM, YAŞLANACAĞIM!
Pınar Altuğ tam bir yaz kadını. Teknesinde, denizde mutlu olanlardan. Kızının adı bile Su, düşünün... Pınar Altuğ her normal vatandaş gibi bikinisiyle denize girer ve adettendir basın mensupları da her yaz onu fotoğraflar... Malum Pınar'ın fiziği mükemmel, kendine iyi bakan bir kadın o...
Yaşını göstermeyenlerden. Ve muhabir arkadaşlarım da, Altuğ haberlerinde "Yıllara meydan okuyor" cümlesini kurmadan duramaz haklı olarak. Ama Altuğ bu kez tatlı tatlı isyan etmiş, "Hangi yıllar len bu yıllar, daha fazla direnemiyorum ben, yaşlanacağım" yazmış story'sine... Bayıldım bu cümleye... O kadar tatlı ifade etmiş ki halini. Hem basına bir sitem var, hem de zariflik. Basınla iletişimi becermek böyle bir şey işte Sefo Bey!