Atatürk Havalimanı'na giriş kuyruğunun şöhreti aldı gidiyor. Daha önce de kapıda tam 55 dakika beklediğimizi yazmıştım. Artık iç hat uçuşları için bile üç saat önceden alana gider olduk. Sürekli uçanlar için büyük zaman kaybı değil mi? İçeri ne kadar sürede gireceğimiz belli değil. Köşeciler ahalisi olarak 'Başka çözüm yok mudur ağalar?' sorusunu sorduk ama ses gelmedi, demek ki henüz yok.
30 Ağustos günü Antalya'ya gideceğiz. Yine saatler öncesinden yola çıktık, uçağı kaçırmak istemiyoruz ya... Uçağımızı beklerken THY CIP'ten içeri, kan ter içinde Mustafa Erdoğan girdi. Adam, Anadolu Ateşi dansçıları ile prova yapsa bu kadar terlemezdi herhalde. Şıpır şıpır terler akıyordu yüzünden, boynundan, tişörtü sırılsıklamdı. "Hayırdır Mustafa, spordan mı geliyorsun?" diye takıldım. Meğer havaalanı girişinde o kadar çok beklemiş ki, uçağı kaçıracak diye arabadan inip girişten CIP'ye kadar koşmuş.
Antalya dönüşü İstanbul'a indim, bu kez çıkış kapısında araba bekliyorum. Baktım model-sunucu Özge Ulusoy ve arkadaşları, ellerinde çek çek bavullarıyla koşuyorlar. "Özgee n'oluyo?" dedim. Onlar da kapıda kuyruk beklemişler, içeri girince taksi yanlış tarafa sapmış. Dönüp havaalanına girmeye kalksalar uçağı kaçıracaklar diye koşmuşlar. Bence spor giyim markaları havaalanına sponsor olsun; koşular düzenlensin. En hızlı koşana madalya takılsın. Eh motivasyon şart canım...