İmdatlar olsun! Aylardır dilden dile dolanıyor, herkes 'Yemekteyiz'den bahsediyordu, üzerinize afiyet bana ancak sıra geldi. Program böyleyken keşke gelmeseydi. Şimdi yemek hazırlamak, sofralar kurmak, sofra başında toplanıp mamaları tatmak dünyanın en keyifli, en güzel işlerinden biri değil midir? Değilmiş. İşin içine yarışma girince onun da gazı kaçmış. Şimdi 19 yaşında bir kızımız var, Selvi. Bugün onun yemek pişirme günü. Hani her hafta beş yarışmacı yarışıyor, her gün biri evinde diğerlerini ağırlıyor ya. Hah! Maşallah kızımız çok bilmiş ve iddialı. İncikleri fırınlıyor, salatasını soğanlıyor, tatlısını balkonda havalandırıyor, sofrayı kuruyor. E güzel! Ve üstünü değiştirmeye gidiyor. Ana! O ne? Mor tuvaletle çıkıyor odadan. Aaa! Nişan mı var, anlamadım. Neyse, dur bakalım. Sırayla konukları geliyor. İki kadın, iki erkek. Suratlar beş karış. Hani hiç hoşlanmadığın akrabanın evine mecburi bayram ziyaretine gidersin ya o hesap. "Canım" derken, içlerinden "Canın çıksın" demiyorlarsa ben Ayşe değilim. Herkes masada yerini alıyor. Önce çorba geliyor. Yayla çorbası. Amaaan! Bir gece evvel sarışın kadının evindelermiş, Selvi onun her yemeğine kusur bulmuş, şimdi sıra onda. "Bu nasıl yayla çorbası" muhabbeti başlıyor. Yayla çorbası kırmızı olmazmış, salçalı sos yapmış, tık-tıktık ne yanlışmış. Bu arada her biri kameralarla baş başa kalıp yorumlar yapıyor. Yap yorumunu karışan yok! Ama masada ev sahibinin yüzüne gülüp de kamerayı bulunca demediğini bırakmak ne oluyor? Ev sahibi kızımız da tam dayaklık cinsinden. Mutfağa gittiğinde kameraya çığlıklar atıyor, "Ben onların burunlarından getirmez miyim?" Bir kase çorbada fırtınalar kopuyor. Hepsinin suratları asık, hepsi mutsuz, kurulmuş kaynana gibiler. Sanırsınız, Gazi- Bilal Ateş (İstanbul'un en iyi iki şefi bence) ustalar ya da gurmeler. Bu ne hava, bu ne derin mutsuzluk, bu ne dedikodusuz, eleştirisiz, yerden yere vurmasız duramazlık anlamıyorum. Topumuzu yarışmalar götürecek vallahi.