Maşallah pek hızlı yaşıyoruz, değişmek istiyoruz, 'farklı' dedirtmek istiyoruz, Allah yazdıysa bozsun, kesinlikle bağlanamıyoruz, onu da bunu da deneyesimiz var, annemizi babamızı şaşırtasımız, kuralları yıkasımız var. Oh suyundan da koyalım... Kim tutar bizi? Eh, bu devirde kimse! Önümüz arkamız sağımız solumuz 'özgür ilişki', 'mecburiyetlere paydos, paşa keyfin için yaşa coş' muhabbetleri. En kuralcımız bile her an yolda çıkabilir, 'asla'larını kırıp her şeyin tadına bakabilir.
VİCKY VE CRİSTİNA
Tam da bu dönemde Woody Allen yine bomba bir film çakmış. 'Vicky Cristina Barcelona.' Film, esmer Vicky ve sarışın Cristina'nın yaz tatili için Barcelona'ya gelişiyle başlıyor. Yanımda da ablam Zeynep! Malum hani 'Kamp Zeynep.' Benim tam zıttım Zeynep. Kuralların, disiplinlerin kraliçesi Zeynep. Allah sizi inandırsın, muhafazakar Vicky, aynı Zeynep. Huzur olsun, düzen olsun, bir tane sevgilisi olsun, yerini yurdunu bilsin, çalışsın... Cristina da ben. Hep arayışta, onun birine aşık olması ya da ayrılması sürpriz değil. Sürekli deniyor, merak ediyor, alternatif durumlara heyecanlanıyor. Daha filmin başından Zeynep'le kıkır kıkır gülüyoruz. Müthiş iki karakter yaratmış yine Woody Allen. Üstüne bir de yakışıklı ressam Juan Antonio (Javier Bardem) çıkıyor karşılarına. Kızlarla üçlü ilişki yaşamak istiyor. İnsan Bardem'in gözlerinde kayboluyor. Tehlikeli, bilinmez, buğulu, tutkulu... Tam bu cümleden sonra kendimi tutup filmin devamını anlatmıyorum. İspanya'nın güzelliğine, Scarlett Johansson'ın dudaklarına, Penelope Cruz'un dişiliğine ve aklınızı birkaç gün kurcalayacak sorulara bayılacaksınız. Yok öyle Woody Allen filminden kafayı boşaltıp çıkmak! Sıkıyorsa kendini sorgulayacaksın. Misal;
* Özgür ilişkilere açığız diyoruz da gerçekten açık mıyız?
* Aşık olunca özgürlük nameleri nereye uçuyor acaba?
* Hem özgür ilişki yaşamak zorunda mıyız?
* Gerçekten istediklerimizi yaşamaya cesaretimiz var mı?
* İnsan aşık olduğu adamı- kadını paylaşabilir mi? Paylaşmalı mı?
Kimileri sevdiğini serbest bırakmaktan bahsediyor, kuralsızlığı savunuyor, 'başkalarıyla ilişki yaşanabilir önemli olan beraber geçirilen vakittir' deniyor. İyi de o zaman niçin herkes acı çekiyor? Niçin kimse ait olamıyor? Bu işler neden git gide karmakarışık sarmaşık kıvamına geliyor? Nerede yanlış yapılıyor? Her şeye sahip olmaya başladıkça, alternatifler çoğaldıkça derin yalnızlık peşimizi neden bırakmıyor? Son soru: Neden öğrendiklerimizle yaşadıklarımız, mantığımızla arzularımız, duygularımızla yaptıklarımız fena halde çelişiyor? Birileri bizimle dalga geçiyor!