Bir filozof ve genç bir adamın muazzam tartışmasını anlatan, Freud ve Jung'la birlikte 19. yüzyılın en önemli isimlerinden Avusturyalı psikoterapist Alfred Adler'in önünü açtığı yolda deneyimlenen bir beyin fırtınasından bahsetmek istiyorum. Miami Sanat Haftası koşuşturmasında arada plajda bir kitap bitirmeye de fırsatım oldu.
Japonya'da 4 milyon adet satan 'Kendinle Savaşma Sanatı' adlı kitabın ülkede milyonlarca insanın hayatını değiştirdiği söyleniyor. Nasıl Japonların hayatını bu kadar etkilemiş diye kitabın her satırını altını çizerek okudum. Duygularımızdan korkmadan yaşamamız, geçmişin zincirlerini kırarak özgürleşmemiz gerektiğini söylüyor ve kendimiz olmanın önündeki en büyük engelden yani kendimize karşı olan savaşımızdan galip çıkmamız için gerekli strateji ve felsefeyi sunuyor.
Gerçek özgürlüğü anlatıyor esasen, onay görme arzusundan vazgeçmemiz gerektiğinin altını çiziyor, özgürlüğün aslında başkaları tarafından sevilmemek olduğunu söylüyor. Özgürlüğü yaşamak isterken ortaya çıkan bir bedel vardır, bu; başkaları tarafından sevilmemektir. Kitapta yaşanan tartışmanın bu noktasında genç adam filozofun bu önermesine katılmıyor. Filozof ise daha açık anlatıyor: "Sevilmemekten korkma ama sana sevilmeyeceğin şekilde yaşayacak kadar ileri git ve yanlış şeyler yap demiyorum, yanlış anlama. İnsan bir atı su kenarına götürmek için çaba sarf eder ama o suyu içip içmemesi o kişinin görevi değildir."
Sevilmeme cesaretini kazandığın zaman ilişkilerin bir anda hafifler. Bu kitabın milyonlarca satmasının sebebi, bildiğimiz klişe özgürlük kavramlarından bahsetmemesi. Özgürlük onaylanma arzusunu yok saydığınızda başlıyor. Özetle, Japonlar özgürlüğün sırrını bulmuş; "Sevilmezseniz sevilmeyin yeter ki özgür olun, mutlu olun."
AKIL VERENİN AKLINA BAK!
21. yüzyılda hangi ortamda bulunursanız fark etmiyor bir şekilde hayata, iş dünyasına, hatta özel hayata dair akıl veren insanların önerileriyle karşılaşıyorsunuz. Modern çağın açmazı mı bu yoksa işsizlikten başkalarının hayatlarına müdahale etme arzusu mu bilemiyorum ancak günün sonunda hayatımız manipüle ediliyor. Ünlü şair Özdemir Asaf tam da bu çağı yıllar öncesinden görerek "Kendi bahçesinde dal olamayanın biri girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor" demiş. Bu alışkanlık edinilmiş bir eylem ve baş etmesi gerçekten çok zor.
Bana akıl verenin önce kendi aklına, kendi bahçesine bakarım, hiçbir şeyi yoksa da ciddiye almam. O kadar çok boş bahçeye rastlıyorum ki... Çoğunun hayat amacı yok, tek varoluşları birinin soyadını almak. Elbette herkesin kendi hayatı, istediği şekilde yaşayabilir ancak mevcut durumun buyken lütfen akıl verme. Bir düşün karşındaki insanın geçtiği, yürüdüğü yollardan sen geçtin mi? Neleri reddettiğine bir bak, sen olsaydın reddeder miydin? Bunları tekrar bir düşün, bak bakalım verdiğin akıl ne kadar etki eder?